Yanlış anlaşılmamak için (2)
Farklı fikirler, çatışmasız zeminde buluşabilmelidir. Kişi art niyet taşımadığı müddetçe, köşem cevaba, tenkide ve yoruma açıktır. Doç. Dr. Ersin Erkan’ın adının geçtiği bir konuda, açıklayıcı nitelikteki e-postasını sizinle paylaştım. Beni üzen taraf, kendisini PKK ile yan yana anınca hedef gösterilmiş gibi bir hisse kapılması oldu. Ersin Erkan: “Yazınızda adımı bir örgüt ile yan yana getirmeniz hedef göstermek gibi bir amacınız olmasa dahi ... beni adı geçen örgütle yan yana anmanız hiç uygun değil.” diyor ve şunları söylüyor:
a. Görüşlerimiz farklı. Öyle de olmalı. Bu iyidir. Ortak nokta ise ülkemizin ve insanlarımızın iyiliği ve dirliği. Amacı bu olan herkesle iletişim kurup dertleşmek, paylaşmak zaman zaman tartışmak, çekişmek olağan hatta olması gerekendir... Bu nedenle uğraşıp didinmiyor muyuz? Yoksa susar, beni ilgilendirmez deyip, suya sabuna dokunmayan konularla “akademisyen(ci)lik”, “gazetecilik” vd.. yapardık, öyle değil mi? Amacı bu olan herkes ile iletişim kurup, dertleşmek, paylaşmak, zaman zaman tartışmak, çekişmek olağan hatta olması gerekendir. Buna inanıyorum.
b. Benim başkaca bir hesabım, tarafım, siyası kimliğim, partim veya örgütüm yoktur. Özgür olmak ve özgürce düşünmek en iyisidir, buna inanıyorum. Bir tarafa yanaşıp oradan kariyer ve ikbal devşirmek gibi bir durumum yok. Ama genelde biri bir şey yazıp çizdiğinde ya da söylediğinde hemen onu etiketliyor bir yerlerle ilintilendirmeye çalışıyoruz. Maalesef, bu genel bir sıkıntımız. Ben sizinle iletişim kuruyorum zira sizi “ırkçı, kafatasçı, emperyalizmin uzantısı” vs.. olarak etiketlemiyorum. Böyle yaparsam yanlış yapmış olurum. Yukarıda belirttiğim türde bir gayesi olan herkesle iletişim içinde olmak gerekir. Zaten istenen de bu iletişimin, ortak aklın, sağduyunun ülkemizde yok olması. Buna engel olmalıyız. İnadına konuşmalıyız, anlamaya çalışmalıyız, paylaşmalıyız, tartışmalıyız.
c. Siz üniversitelerin durumuyla ilgili seri yazıyorsunuz. Üniversiteler giderek çoraklaşıyor, depolitize oluyor. Sosyal bilimlerde çalışanlar genellikle önemli toplumsal ve politik meselelerimize el atmıyor ya da atamıyor. Örneğin, Kürt meselesi (ya da ismini siz nasıl koyuyorsanız) üzerine “dil boyutu” üzerinden yaklaşmaya çalışıyorum. Gelin görün ki, akademide hiç de rahat bırakılmadım. Koskoca(!) rektörler, dekanlar, profesörler anlamadı, anlamak istemediler. “Yahu bu bizim meselemiz ise, biz akademisyensek ve görevimiz topluma, öğrencilerimize elimizden geldiğince bu konularda bilgi vermek, konuyu iyice öğrenmek, çözüm yolları önermek durumunda değil miyiz? Kaçarak, görmezden gelerek nereye varacağız. Ben ya da başka birilerine akademik özgürlük içinde, tarafsızca ve toplumun genel iyiliği kıstaslarıyla olaya yaklaşanlara izin vermezseniz, bu mesele dış odaklar ve onların uzantılarının tekelinde kalır. Daha kötü olur” dedik anlatamadık. Ama ortada durduğumuz, bir yere yanaşma olmadığımız için, bize sahip çıkacak örgütümüz, cemaatimiz, partimiz, hükümetimiz vs.. olmadığı için ne Musa’ya yarandık ne İsa’ya. (Zaten kimseye yaranma diye talebimiz de yoktur). Bu durum sadece bana özgü değil. Farklı konular itibarıyla çok sayıda akademisyenin ortak sorunudur.