Vakıf üniversiteleri böyle gitmez!
Hususiyetle kendisini ispatlayamamış vakıf üniversitelerinde öğretim üyeleri sömürülüyor. Daha önce, bir vakıf üniversitesinde ders veren eski bir “prof. dr.” bakanın bana, bu üniversitelerin diploma vermek için kurulduğuna dair söylediklerini nakletmiştim.
Vakıf üniversiteleri ikinci öğretim programında görev alan akademisyenlerine karşı yönetmelik kurnazlığına giderek, geç saatlerde veya hafta sonu yürütülen ikinci öğretim lisans, yüksek lisans programlarını neredeyse bedavaya getiriyorlar. Bazı üniversiteler yönetmeliklerinde yaptıkları değişikliklerle üniversitenin personeline haftada ancak 4-6 saat ikinci öğretim ders ödemesinde bulunacağını kararlaştırıyor. Bu durumda sözleşmesinin yıl sonunda askıya alınmasını engellemek için bir dönemde 8-10 saat ikinci öğretim ders yükünü üstlenen akademik kadrolar adeta “köle” gibi çalıştırılıyorlar.
Her yıl veya üç yılda bir yenilenen sözleşmelere sığınarak merkezî üniversite sisteminde birer derebeylik gibi faaliyet gösteren bu “ticarethane-eğitim kurumları”ından bazılarının, akademik personelinin işe gidiş-geliş saatlerindeki dakikalık aksamaları bile hesaplayıp ay sonunda ücretten düştükleri biliniyor. (Örneğini bu köşede yayınladığım mektupta görmüştük!)
Hadi adını vermeyeyim, bu tür uygulamaya en çok laiklik vizyonunu dilinden düşürmeyen sol tandanslı bir vakıf üniversitesinde rastlanması, Türkiye açısından tuhaf bir görüntü oluşturuyor.
Vakıf üniversitelerinde araştırma görevlilerinin işi de zor. Her ne kadar devlet üniversitelerinde çalışan araştırma görevlileri bazı hocaların kâğıtlarını okumak, çok fazla imtihanda gözetmen olmak gibi hususlardan sürekli şikâyet etseler de, bu kesimin dertlerinin vakıf üniversitesi asistanlarının sıkıntıları yanında “arsız çocuk sızlaması” niteliğinde kaldığı da bir gerçek.
Araştırma görevlisi edinmek noktasında kadroları devlet üniversitelerinden çok daha elverişli olan vakıf üniversiteleri, yeni araştırma görevlilerine kadrolarını açıp geleceğin akademisyenlerini hazırlamak yerine, her bölüme en fazla 1-2 asistan tahsis ederek, maliyeti hafifletmeye çalışıyorlar. Tüm bölümün yükünü tek başlarına sırtlamak durumunda kalan vakıf üniversitelerinin araştırma görevlileri, pek çok üniversitede ek bir ücret almaksızın mesaîye kalmaya, hatta hafta sonları bile işe gelmeye icbâr ediliyorlar.
İlmî araştırma, kitap-makale hazırlama noktasında devlet üniversitelerinin kaynakları kısıtlı. Her ne kadar YÖK üniversitelerden akademisyenlere her yıl iki yurt dışı, iki yurt içi ilmî faaliyete katılmaları için destek sağlanmasını öngörse de çoğu devlet üniversitesi kanundaki boşluktan yararlanarak bu sayıyı daha aşağıya çekme yoluna gidiyor. Bu olumsuzluğa rağmen, devlet üniversitelerince kadrolarında yer alan akademisyenlere sağladığı “kuşa çevrilmiş” ilmî yayın desteği kalemi, bazı vakıf üniversitelerince verilen destekten çok daha üst seviyede... Bu da söz konusu vakıf üniversitelerinin reklamlarında kullandıkları daha fazla araca-gerece sahip olma, ilmî hayatı yakından takip etme, AR-GE’ye önem verme, eğitime daha çok kaynak ayırma sözlerinin birer kuru vaatten öteye geçemediğini gösteriyor. (Sözümüz bitmedi.)