Timur’un hassasiyetleri
Üç gündür yazıyoruz... Timur hakkındaki üç kitaptan hareketle zamana ışık tutmak istiyoruz.
Timur, en azından kendi zamanına kadar dünyanın gelip geçmiş en geniş istihbarat ağına sahipti. Onunla savaşa girmeyi göze alabilecek olan I. Bayezid ise istihbarat ve casusluk teşkilatından bîhaberdi.
Şâmî ve Yezdî’nin Zafernâme’lerinde Timur’un gençlik yıllarına hiç temas edilmediği gibi, okur-yazar olup olmadığına, mezhebine, uyguladığı yasalara dair bir kayıt mevcut değildir. Ancak Timur’un zaman zaman Kur’ân’la tefe’ül yaptığından (fal baktığından) söz edilir ki, okuma-yazma bilmeyen bir insanın Kur’ân’ı rastgele açarak okuyup tefe’ül yapması mümkün değildir. Fakat İbn Arapşah, ısrarla onun okuma yazma bilmediğini, Türkçe, Farsça ve Moğolcayı da günlük konuşmaları yapabilecek kadar bildiğini belirtir. Ünlü Rus tarihçisi V. V. Bartold ise, kaynak göstermeden Timur’un okuma yazma bildiğini yazar.
Pek çok tarihçi “Tüzükât” diye bilinen eserin bizzat Timur tarafından vaz’edilmediğini, onun ölümünden yıllarca sonra Şerefüddin Ali Yezdî tarafından yazıldığını kabul eder. Ama onun Cengiz Han’ın yasalarını uyguladığı konusu her iki Zafernâme’de belli belirsiz şekilde geçiştirilirken, İbni Arapşah: “Cengiz Han’ın yasalarına sıkı sıkıya bağlıydı ve ona göre bu yasalar İslam fıkhının fürûları gibiydi. Cengiz Han yasalarına göre hareket ederdi ve bunları Şeriattan üstün tutardı. Onun dışında Çağataylılar, Deşt-ı Kıpçak, Hitay, Türkistan halkı ve avam tabakasının tamamı da Tanrı’nın lanetlediği Cengiz Han yasalarını Şeriattan üstün tutarlardı.” demektedir. Bartold da aynı görüşleri tekrar eder. Fakat Timur’dan sonra hâkimiyeti ele geçiren oğlu Şahruh, Cengiz Han yasalarını uygulamayı reddederek, Şeriatı uygulamayı seçmiştir.
Bartold, gerek Timur ve gerekse torunu Uluğbey zamanında şeyhülislâmların da katıldığı içki meclisleri düzenlendiğini, Uluğbey’in bu yüzden dinsizlikle suçlandığını, Nakşıbendî şeyhleriyle ters düştüğünü, bunun da Timur’un ve torununun şeriat kurallarına pek de bağlı olmadığını gösterdiğini kaydettikten sonra: “Gerçekten de bir şeyhülislâmın kadın hânendeleri çağırarak bezm-i cemşid düzenlemesi... Timur ve Uluğbey zamanında İslâmî hükümlere ne kadar az uyulduğunun bir göstergesidir.” der.
Şerefüddin Ali Yezdî ise, Hindistan seferine giderken Enderâb’daki Müslümanların kendisine müracaatta bulunarak kâfirlerin zulmünden şikâyet etmeleri üzerine: “Emir Timur bu sözleri duyunca gayrete geldi ve ’Önce bu kâfirleri ortadan kaldırıp sonra başka yerlere yürümek bize vacip oldu’” dediğini belirtir ki, bu sözler onun İslâma ve Müslümanların şeref ve haysiyetine ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Yahut Dımaşk’ta (Şam) fetih sırasında çıkan yangın esnasında askerlerine Emevî camisinin yanmaktan kurtarılması için öncelikle emir vermesi, yine Şam’dayken Hanefi imamın arkasında saf tutarak namaz kılması, hem onun İslâmiyet konusundaki gayretkeşliğini, hem de bazılarının zannettikleri gibi Şiî olmadığını gösteren örneklerdendir.
Neo İslâmcısından sağ/sol liberaline ve hatta bölücüsüne diyorum ki, ne olursa olsun, “Türk”ü tanı... Neden “Türk”ün silinemediğini anlayacaksın.