Tek kişilik parti!
Bu böyle gitmez, diyoruz ama gidiyor. Yine de bir yerde tıkanacaktır. Tek kişiyle nereye kadar götürecekler!
İşte MHP'nin hâli... Halk Balgat'a bayrak açtı. Ak Parti'de de bayrak açılacaktır; kıpırtıları görüyoruz.
Reis, kendisini, devlette tek söz sahibi olmak mecburiyetinde hissediyor. Onun için hırçın muhtemelen.
Hırçınlığın altında yatan sebep, bilmiyorum ama 17/25 Aralık... "Darbe" diyor. Hiçbir darbe sebepsiz değildir.
İttihat ve Terakkî'nin tam hâkimiyetini sağlayan, Enver Paşa'nın başını çektiği Babıâli Baskını (23 Ocak 1913) bile keyfî, birilerinin gönlü olsun diye yapılmış baskın değildir.
Koskoca imparatorluk Balkanları kaybetmişti. İkinci payitaht Edirne gitmişti. Halk feveran içindeydi. Enver ve arkadaşları fırsatı kaçırmadılar ve cesur bir adımla, hem hükûmeti devirdiler, hem de Edirne'yi aldılar.
27 Mayıs 1960 Darbesi'nin hemen öncesini araştırın... Bir kesim artık ne olacaksa olsun, hükûmet gitsin, diyordu. Gazeteciler tutuklanıyor, akıl almaz bir kamplaşmanın yollarını bizzat Menderes Hükûmeti açıyordu. Darbeciler, "ihtilâlin ogunlaştığı"nı anlayınca harekete geçtiler.
12 Mart Muhtırası niçin verildi? 12 Eylül Darbesi niçin yapıldı? Hepsinin halk nezdinde bir karşılığı olmasaydı (veya karşılığı hazırlanmasaydı), kimse muhtıra veremez, kimse darbe yapamazdı.
17/25 Aralık bir darbe teşebbüsü mü yoksa yolsuzlukların, hırsızlıkların ortaya çıkarılışının tarihleri mi? Zaman içinde bunlar açıklığa kavuşacaktır. Ama 17/25 Aralık yolsuzlukların, hırsızlıkların da fâş edildiği tarih olduğunu unutmayalım. Bu yolsuzluklar, hırsızlıklar, geliyor, birilerinde düğümleniyor.
İsterdim ki din uleması, bu yolsuzlukların, hırsızlıkların üstünü örtmek için fetva üzerine fetva vereceklerine, "ululemre uyulmalı" gibi, kandırıcı, Kur'ân'ı çarpıtan yollara tevessül edici bildiri yayınlayacaklarına, doğrudan, o yolsuzluklar, hırsızlıklar kimde/kimlerde düğümleniyorsa, açık açık hesap sorulmalı, millete açıklamasalar dahi, kendi aralarında meşveret ettikten sonra, kastedilen zat/zatlar davet edilmeli ve meselenin aslı sorgulanmalıydı. Sonra ulema halkın karşına geçip biz açıklamalardan mutmain olduk, demeliydiler. Anladığım şu: Kapılar ardında, meselenin aslı öğrenilmek istendi ve tatmin edici bir cevap alınamadı. Ulemadan kimi sessiz kalırken, kimi de tarafgirlik adına (menfaat de var işin içinde tabiî) fetva vermeyi, bildiri yayınlamayı tercih etti.
Ulema yine devreye girebilir. Aklı başında, taraf görünmeyen ulema, açıklama beklediklerini âleme duyurmalıdır.
Hırçınlık, mahkeme kararını saymıyorum, saygı duymuyorum, sözleri hayra alâmet değil. Hep kavga, hep kavga!.. Kendi yakın arkadaşları bile, bir taraflara savruldular.
Atalarımız ne demişler: "Keskin sirke küpüne zarardır." Yine ne demişler: "Öfkeyle kalkan zararla oturur."
Partiyi bir kişinin şahsında mücessemleştirme, sadece o partiye zarar değil, halka da zarardır.
İslâm'da şûrâ esastır. Sure'nin adı bile şûrâdır: "Müslümanlar işlerini aralarında yaptıkları istişare ile yürütürler." (Şûrâ, 42/38).
"İslâmcı" partide ise şûrâ yok... Tek kişi karar veriyor, "ilahlaştıranlar"a ise uymak düşüyor!
Bu mu Müslümanlık!..