Şeyh Said İsyanı ne getirdi ne götürdü?
Şeyh Said’in ve yakınındaki 46 isyancının idamının 98. yılında, belli kuruluş ve belli isimler pek ziyade hüzünlendiler. Öyle bir hüzün ki, “siyasî İslâmcılar”ın kini “din”, PKK uzantısı YSP/HDP’nin kini “etnikçilik” adına iç içe geçti. Cumhuriyete ve Mustafa Kemal Atatürk’e, kanunların sınırlarını zorlayarak ağır sözler ettiler; “Pâre pâre dökülüp hâkle yeksân olsun!” dediler!
Şeyh Said İsyanı ve sonrasında olanlar için Mustafa Kemal, Nutuk’ta ayrı bahis açar. Millî Mücadele’yi birlikte verdiği, başında Kâzım Karabekir’in olduğu arkadaşlarının kurduğu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı ağır dille itham eder, “Şark İsyanı”yla bağlantı kurar. Şark İsyanı dediği Şeyh Said’in başını çektiği isyan. Bu isyanı mürtecilerin isyanı olarak da adlandırır. Sözleri çok ağırdır. Meselâ şu sözleri:
“Efendiler; vekayi ve hâdisât dahi izhâr ve ispat etti, ki (Terakkîperver Cumhuriyet Fırkası) programı en hâin dimağların mahsûlüdür; bu fırka, memlekette suikastçıların; mürtecilerin tahassungâhı, ümid-i istinadı oldu; hâricî düşmanların, yeni Türk devletini, taze Türk Cumhuriyeti’ni mahvetmeye matûf planlarının suhûlet-i tatbikatına hizmete çalıştı. Tarih; (müretteb, umûmî, irticaî) olan Şark İsyanı, esbâbını tetkik ve taharrî ettiği zaman, onun mühim ve bâriz sebepleri meyânında (Terakkîperver Cumhuriyet Fırkası’nın) dinî mevâîdini ve şarka gönderdikleri kâtib-i mesûllerinin teşkilât ve tahrikâtını bulacaktır.” (s. 623)
İsyan ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası bir arada gösterilince, “aşırı tedbirler” de kaçınılmazdır. Takrir-i Sükûn Kanunu böyle hayata geçirildi.
***
Din bahisli bir isyan, zamanımızda birilerini çok heyecanlandırır. Yeter ki “Cumhuriyet Dönemi” hedefe konsun, yeter ki Mustafa Kemal Atatürk’ün ipi çekilsin...
Halifelik... Yüzyılların saltanatı... Osmanlı... Bunlar yıkılmasaydı, değişmeseydi, Mustafa Kemal, bu sıfatların hepsini üzerine alsaydı, o zaman, düşmanı def eden, padişahı kaçırtan, sülalesini süren Mustafa Kemal, Osmanlı’nın mirası üzerinde yeni bir kimlik olarak kabul edilecek miydi?
Hiçbir imparatorluk sürgit payidar olmamıştır. Çağ gelmiş, kabileler yönetmiştir, çağ gelmiş imparatorluklar kök salmıştır, çağ gelmiş krallar kraliçeler sembolik kalmıştır; cumhuriyetler, “cumhuriyet” maskesiyle diktatörlükler, seçimli iktidarlar kurulmuştur. Haberleşmenin yaygınlaştığı bir dönemde etkileşmeden uzak durmak mümkün değildir.
Osmanlı’nın yıkılışı, İttihat ve Terakkî’yle hızlanır. İttihat ve Terakkî’nin kök salmasının sebeplerini araştırdığınızda, dünya konjonktüründe yerini hemen bulursunuz.
Cumhuriyeti kuranların, yeni idarenin başına geçenlerin, İttihatçılık tecrübesinden gelmiş isimler olduğunu aklımızın bir tarafında tutmalıyız.
Dikkatinizi Mustafa Kemal’in, Şeyh Said’in başlattığı “Şark İsyanı”na ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’na dair şu sözlerine çekerim:
“Efendiler; yaptığımız inkılâbın vüs‘at ve azameti karşısında, eski hurâfât ve müessesâtın birer birer sukutunu gören mutaassıp ve irticakâr anâsır, “efkâr ve itikadât-ı diniyeye hürmetkâr” olduğunu ilân eden bir fırkaya ve bâ-husus bu fırkanın içinde isimleri şöhret bulmuş zevâta dört el ile sarılmaz mı? Yeni fırka yapan zevât bu hakikati müdrik değil midirler? O hâlde, ellerine aldıkları, din bayrağı ile, millet ve memleketi nereye götürmek istiyorlardı? Böyle bir suale verilmesi lâzım gelen cevap da, hüsn-i niyet, gaflet, kayıtsızlık gibi sözler; memleketi terakkîye îsâl edeceğim diye ortaya atılan bir fırka rüesâsı için mazeret teşkil edemez!” (s. 623-624)
Bu satırların bugünü de anlatmadığını söyleyebilir miyiz?! “Din” adına naslar sıralayan bir iktidar ve bu iktidarın nasları arasına girmek için kendilerince Şeyh Said gibi ortak kıymetler bulan yıkıcılar, bölücüler...
Başka bir hususa da dikkatinizi çekmek istiyorum... Hiç aklınıza geldi mi? Din adına kıyam eden “Şeyh” sıfatlı Said’e “din” adına konuşan nice isimlerin destek vermediği... Başarısından emin olmadıkları için destek vermediklerini söyleyebilirsiniz. Ama onlar suskun kalmadılar, tavırlarını da ortaya koydular. Meselâ; o dönemde, zamanımızda da etkili isimlerden Said-i Nursî, Şeyh Said’e itibar etmemiştir.
“Şeyh Sait’ten Dersim’e-Cumhuriyetin Şark Meselesi”’ne (Tarihçi Kitabevi) imza atan Dr. Aytekin Ersal, Şeyh Said’in etnik ve fikrî kimliği üzerinde durur:
“Şeyh Sait’in mensup olduğu aile etnik köken itibariyle Zaza’dır. Zazaların dikkat çeken özelliği büyük aşiret birlikteliklerine sahip olmamalarıdır. Bunlar küçük kabileler halinde yaşarlar. Nakşîliğin bölgede yayılmaya başlamasıyla birlikte medrese geçmişi olan ailelerin bu tarikatın temsilcileri olmaları ve soylarını Halidi, Abbasi, Emevi vb. İslam hükümdarı sülalelere nispet etmeleri bir tesadüf değildir. Şeriat’ın ve hilafetin savunucusu pozisyonunda olmaları da onların diğer aşiretler üzerinde nüfuz kurabilmelerini sağlamıştır. Şeyh Sait aileden devraldığı bu mirası, konjonktürün de el vermesiyle çok iyi değerlendirmiştir. Yaptığı evlilikler de, Cibranlı Halit’in eniştesi olduğu hatırlanmalıdır, onun gücünü konsolide etmiş, büyük bir iktisadi zenginliğe kavuşmuştur. Öyle ki Şeyh Efendi’nin emrinde çalışan 120 çabanı vardır. (…) Hınıs- Halep hattı, şeyhin itibar alanıdır. (...). İstanbul ulemasıyla ilişkisi görülmemektedir. Sözgelimi Halidiye kolunun dönem içerisindeki en mühim temsilcisi Mustafa Fevzi Efendi (1851- 1926) ile bir teması yoktur. Keza Elmalılı Hamdi Yazır (1878 -1942), Konyalı Mehmet Vehbi Efendi (1862- 1949), Süleyman Hilmi Tunahan (1888-1959) hatta Said-iNursi (1878-1960) ile bile bir ilişkisi görülmemektedir. Bahsi geçen isimlerin modernleşme sürecini, inkılâpları müspet karşıladığını söylemek mümkün değildir. Bunlar, eser vererek ya da talebe yetiştirerek mücadelelerine devam etmişlerdir. Şeyh Sait’in mücahitlik anlayışında bu tarz bir mücadele yetersizdir.” (s. 43-44)
Donmuş beyinler Said gibileri öncü görüyorsa onların da varacağı yer belli.