‘Ses bayrağımız’ mahallî diller!

Mahallî kültürlerin, -içinde dil de dahil- hepsini zenginlik kabul ediyorum. İlk gençlik yıllarımda da çok merak etmişimdir. Kazamızda Kürtlerle iç içe yaşadığımız için Kürtçeye kulak dolgunluğum da vardır. Yakın arkadaşlarımı da ailelerinden Kürtçeyi öğrenmeye teşvik etmişimdir.
İlk öğrendiğim kelime “nan”dır... Ekmek demek. Orta Asya’da da “nan”. Türkçeden Farsçaya girmiş, sonra Türkçede unutulmuş ve Farslarla temas sonunda hatırlanmış bir kelimedir. İlmî yazılarda vardır. Belki M. Fuad Köprülü’de okudum; Farsçaya girmiş Türkçe kelimelerden bahseden bir makalesi 40’lı yıllara ait Türkiyat Mecmuası’nda olsa gerek... Ne ise meselemiz o değil.
İkinci öğrendiğim kelimeyi burada yazamam... Gerçi yazsam bir şey ifade etmez ama Kürtçe bilenler için ayıp olur. Çocuklukta kavgada sarf edilen bir söz.
O zaman, ilkokulda, ortaokulda, lisede okuyanların belki üçte biri Kürt ailelerin çocuklarıydı. Hiçbirimiz sen “Kürt’sün, ben Türk’üm” gibi ifade kullanmazdık... Bilmezdik çünkü. Hepimiz aynı Allah’ın kuluyuz. Hepimiz “millet” olarak Türk’üz... Meselâ Tülekler vardı... Kırşehir’in Çiçekdağ kazasına bağlı, ilişkileri daha çok Yozgat’ın Yerköy kazasıyla olan sekiz köy. (Köy adedini yanlış hatırlamış olabilirim.) Kürtler, Tülekler... Böyle özel sıfatlarıyla anılırdı. Bizim özel sıfatımız yoktu. Kısaca: “Türk”.. Büyük “Türk” ailenin içinde sıfatı “Türk” olan ferdi... Şimdi düşünüyorum, onların özel sıfatları olduğuna göre, büyük “Türk” ailesinin içinde de özeldiler!
“Nan”, demiştim... Nan’ı özel ekmek çeşidi olarak bilirdik. Anadolu’da “yuk(h)a” dediğimiz, yufka yapılır. Şimdi belki köylerde yapılıyor. Büyük şehirlerde yufkacılarda gördüğünüz şeklin daha küçüğü ve biraz kalınıdır nan. Kürt aileler nan yaptıklarında konu komşuya verirlerdi, severdik.
Şunu diyeceğim, bu kadar iç içe geçmiş etnik gruplar için ayrı ayrı sınıflar açılsa, sen Kürtçe okuyacaksın, sen Türkçe, (bahsetmedim, ayrıca kazamızda Çerkezler vardı.), sen Çerkezce okuyacaksın denebilir miydi? Sınıflar ayrılabilir miydi? “Büyük aile”yi parça parça ederdik... Her birimizi birbirimize karşı, şimdi olduğu gibi, kışkırtırlardı. Mahallî kültürler ancak folklorik özellik içinde bir kıymete sahiptir; bunun yeri de sosyal faaliyet alanlarıdır. Değişik dernekler altında toplanılabilir. Ama sen eğitim dili olarak öne çıkarırsan, kimseye faydası olmaz.
Tunceli Üniversitesi’nin rektörü Prof. Dr. Durmuş Boztuğ, üniversite bünyesinde açılan Kürtçe bölümünü kimsenin tercih etmediğini söylemiş.
Adam niçin etsin?
Dar alanda kalmış, kendisine ait bir kelimesi dahi olmayan dili okuyunca ne yapacak? Barzanî’nin aşiretinde iş mi bulacak?
(Prof. Dr. Ahmet Buran’ın kulaklarını çınlattım. Çok ayrıntılı çalışma yapmıştır Kürtçe üzerine ve Allah için Kürtçe diyebileceğimiz bir kelime bulamamıştır. Hem de kimin kaynaklarına dayanarak? Rus ilim adamlarının araştırmalarına dayanarak.)
Üniversitelerde Kürtçe, Zazaca, Çerkezce, Arnavutça, Boşnakça, daha aklınıza ne geliyorsa hepsi için enstitü kurulması şart. Her şeyden önce bir kişi dahi konuşsa, bu kültürün bir çeşididir ve yok sayılamaz. Onu araştırmak da ilim adamlarının vazifesidir. İsterse ileride ilim dili, siyaset dili olacağını bilsin... Araştırma yapmak zorundadır. Bunları da üniversite bünyesinde kurulacak enstitülerle yapabilir.
Ama sen ayrı bölüm açarsan, ilk hevesle girerler, sonra ne olacak hâlimiz der, bölüm değiştirirler.
Güneydoğuda birçok ilde üniversitelerde Kürt dili ve edebiyatı bölümü açılmış... Bölümün başına getirilen öğretim üyeleri de Farsça bölümü öğretim üyelerinden seçilmiş.
Kürtçeyi bilen biraz gayretle Farsçayı öğrenebiliyor. Farsça bilen de Kürtçeyi çözmekte zorluk çekmiyor.
O zaman Kürtçenin, Farsça bölümlerinde ek ders olarak öğretilmesi daha mantıklı. Talebe hem Farsça öğrenmiş olur, hem de Kürtçenin ayrıntılarına vukufiyet kazanır.
Başlı başına Kürtçe nasıl olacak? Düşünüyorum düşünüyorum bulamıyorum. İleride bölümler tek tek kalkacaktır.

***


Rektör Prof. Dr. Durmuş Boztuğ, Dersim meselesini de deşmiş. Mecliste Dersim için araştırma komisyonu kurulmasını, hatta Tunceli’nin ortasına âbide dikilmesini istemiş.
Rektör Bey, ölçüyü fena kaçırmış. Biz yaralar sarılsın derken, Rektör Bey, aklın almayacağı şeylerden bahsediyor. Bırakın, tarihçiler yakın tarihimizi eşelesinler bulduklarını ortaya koysunlar... Geçmişin hatalarının işlenmemesi için bu araştırmalar gözümüzün önünde olsun ama, meseleyi siyasete döküp insanlarımızı birbirine kinlendirmeyelim.
Erdoğan, durup durup “Dersim de Dersim!” derse, rektör de çizgiyi aştıkça aşar.

Yazarın Diğer Yazıları