“Rüşvet alan devlet başkanı” suçlaması!
Merkezi Paris’te bulunan Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün yayınladığı rüşvet raporunda, uluslararası rüşvetin önemli bir kısmının büyük şirketler tarafından verildiği, en fazla rüşvetin petrol, maden, inşaat ulaştırma ve iletişim alanında dündüğü, devlet başkanları ve bakanların yüzde 5’inin rüşvet aldığı bu kişilerin aldığı rüşvetin toplam rüşvet içindeki payının yüzde 11 olduğu, şirketlerin kârının yüzde 34,5’inin rüşvete gittiği, bunun sadece “buzdağının görünen bir yüzü” olabileceği bildirildi.
1976’da Lockheed rüşvet skandalı patlamıştı. Frank Church adlı senatör, skandalı ortaya çıkardığı zaman rüşvet verilen ülkelerde kıyametler koptu. Yönetimler devrildi... Türkiye’de ise THY hakkında bir soruşturma açıldı, o kadar...
Yakın zamanda da Siemens firmasının Türkiye’de ordunun iletişim alt yapısının modernize edilmesi ihalesini almak için rüşvet dağıttığı, Alman mahkemesindeki yargılama sırasında ortaya çıktı ama üzerine giden olmadı!
***
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, dünkü grup konuşmasında Tayyip Erdoğan’ın hâlâ Galataport ihalesiyle uğraştığını, ihaleyi iptal eden yargıyı ihanetle suçladığını ifade ederek, “Oferler’in eline, avucuna bakmaktadır. Erdoğan’ın küresel servet ve sermaye sahiplerinin avukatlığına soyunması, hukuku işleten yargı mensuplarına ihanet iftirası atması bir telâş ve korkunun mahsulüdür. Ya Galataport ihalesinde yüklü bir komisyon alınmış ve bunun geri verilmesi Erdoğan’ı kara kara düşündürmektedir ya da Erdoğan bu ihale karşılığında kişisel ve ailesiyle ilgili başka bir söz almıştır” diye ağır bir suçlama yaptı.
Esasen, havuz medyası kurulması için ihale verilen inşaat şirketlerinden ortalama 100’er milyon dolarlık rüşvet alındığı, delilleriyle sabit olduğu halde, dosya ile ilgilenen yargı ve emniyet mensuplarının darmadağın edilmesiyle bu suçun soruşturulması önlenmiştir.
Rüşvet soruşturması sırasında istifa etmek zorunda kalan bakanlarla ilgili komisyonun faaliyetlerinden bahsetmek de “mahkeme kararıyla” yasaklanmıştır.
Üstelik bu faaliyetler de “buzdağının sadece görünen bir yüzü” dür. Erdoğan’ın bir defasında, gönderilen 10 milyon doları beğenmediği, oğluna, paranın iade edilmesi talimatı verdiği, “Herkes nasıl veriyorsa o da verecek” dediği, mahkeme kararı ile dinlenen telefon görüşmesi kayıtlarında yer almıştır.
Şimdi Erdoğan, seçim barajının Anayasa Mahkemesi tarafından düşürülmesi ihtimali karşısında paniğe kapılarak, “Hiç kimse hiçbir kurum, kendisini, milletin meclisinin üzerinde özellikle de siyaset kurumunun üzerinde görmemelidir. Hiç kimse şahsi hırslarına yenik düşerek, kendi şahsi istikbal ve ikbal gayesinin peşine düşerek millete, Millet Meclisi’ne ve siyasete istikamet çizemez, tehdit ihtiva eden ifadelerde bulunamaz” diyor.
Çok da güzel söylüyor ama oğlunun evinde sıfırladığı paraların hesabını yargı önünde vermeden Cumhurbaşkanlığı makamına sığınmak, kendisini yasamanın yürütmenin, yargının ve dolayısıyla milletin üzerinde görmek değil midir?
***
Dönemin başbakanı, hakkında bu kadar ciddi iddialar bulunduğu halde soruşturma yapanları tutuklatarak Cumhurbaşkanı olmuş diye millet bu zillete boyun mu eğecektir?
Türk Milleti, evinde para sıfırladığı resmi kayıtla sabit olan bir kişiyi Cumhurbaşkanı olarak daha ne kadar sırtında taşıyabilir?
Bu milletin çocuğu olan Seyit Onbaşı, 270 kiloluk top mermisini tek başına sırtında taşıyıp düşmanın en önemli savaş gemisini batırmıştı... Şimdi, 18 bin lirayı veren askerlik yapmayacak da bu kadar ağır rüşvet yükünü kim taşıyacak? Bu yük, ülkeyi batırmaz mı?