Türk devrimi ve camiler!
Millî Eğitim Bakanlığı gibi değerli bir makamı işgal eden Yusuf Tekin, "Kendi icat ettiğin bir laikliği bana dayatıyorsun. Sizin laiklikten anladığınız şey şu: Camilerin kapısına kilit vurmak, camileri ahıra çevirmek, vatandaşın Kur'an öğrenmesini yasaklamak." diyebildi. Oysa camiler, Cumhuriyet ve laiklik sayesinde ayaktadır. Şayet, Türk devrimi yapılmasaydı, zaten büyük kısmı işgal edilmiş olan Türkiye, nüfusunun çoğunluğu Hristiyan eyaletlerden oluşan bir federasyon hâline gelecekti.
Bu bir varsayım veya analiz değil ABD Kongresi'nin 1896 tarihinde aldığı gizli karardır. O kararda "Uluslararası Hıristiyan Komitesince din, mezhep ve milliyet özelliklerine bakılmaksızın geçici bir Hıristiyan yöneticinin Türkiye’nin başkanı olarak seçilmesinin ardından, Osmanlı İmparatorluğu’nun mevcut bölgelerinin sınırlarla ayrılması, bu bölgelerin Hıristiyan eyaletleri kabul edilip, Hıristiyan gücünün Türkiye Birleşik Devletleri adında toplanması" deniliyordu.
Türk devriminin ortadan kaldırdığı asıl proje budur.
***
İstiklal Savaşı sırasında Türk ordusunun, hızlı hareket edebilmek için camilerde konaklaması, atlarını da cami avlusuna bağlamasını hâlâ kötü bir şey yapmışlar gibi göstermek, hevesi kursağında kalan emperyalistlerin kurguladığı bir algı operasyonudur. Bu tür çarpıtmalara başvurmak, halkı aptal yerine koymak demektir.
Ayrıca, Suat İlhan’ın tespitlerine göre “Atatürk devriminden yani 1920’den önce, bugün Batı dediğimiz medeniyetin elindeki topraklar, 25,5 milyon mil kare idi. 1993’te bu rakam 12,7 milyon mil kareye, yani yarısına düşmüştür. İslam dünyası ise 1920’de 1,8 milyon mil kare üzerinde egemenlik sahibiydi. 1993’te İslam dünyasının sahip olduğu topraklar 11 milyon mil kareye yükselmiştir.”
Avrupalılar, Amerikalılar, Atatürk adını duyunca, bu yüzden ifrit kesiliyor. Çünkü İslâm ülkelerini, ayağa kaldıran güç, Atatürk modelidir!
Atatürk devrimi olmasaydı, Türkiye'de bütün camiler kilise olur, Kur'an ise ayaklar altına alınır veya İskandinav ülkelerinde bugün yapıldığı gibi devlet destekli Kur'an yakma törenleri düzenlenirdi.
***
Yusuf Tekin'in "İttihat ve Terakki kurulana kadar Osmanlı’da 72 millet huzur içinde yaşıyordu!" iddiası ise gerçek dışı olmakla birlikte, bugün de Osmanlı gibi 72 milletli bir yapıya özlem duyduğunu gösterir.
Muharrem İnce, bu iddiaya cevap olarak "İttihat ve Terakki 1889’da kurulmuş, 1908-1918 yılları arasında etkili olmuştur. Yani İttihat ve Terakki kurulana kadar Yunanlar, Bulgarlar, Sırplar, Ermeniler, Arnavutlar vs.. çoktan isyan etmişler ve Devletle çatışmışlardı. Osmanlı milletleri arasında en son uyanan maalesef Türkler olmuştur. Gerçi hâlâ tam manasıyla uyandığı da söylenemez. En çok kandırılan, yalanlarla uyutulan millet Türk Milletidir. Ahdettik uyandıracağız!" dedi.
Mustafa Kemal Paşa ise tam da bu konuda, 2 Şubat 1923 günü İzmir'de yaptığı konuşmada "Efendiler! Gaflete sapmış olan Türkleri çiğnediler, ezdiler ve kovdular. (...) Biliyorsunuz ki Makedonya'da, nihayetsiz mücadeleler oluyordu. Türkler, Bulgarlar, Sırplar vuruşuyorduk. Niçin vuruşuyorduk? Ben o zaman bilmiyordum ve o zaman benim gibi birçokları da bilmiyordu. En çok çarpışanlar en az biliyordu. Hakikatte onlar, milliyetini göstermek, varlıklarını ispat için çalışıyorlardı. Biz onlara diyorduk ki: Canım hepimiz Osmanlıyız, aramızda fark yok. Susmadıkları için tepelemeye çalışıyorduk. En nihayet onlar bizi tepelediler ve bizi kovdular. Onun için vereceğimiz kültür bu noktadan olacaktır..." demişti.
Halil İnalcık da “Tarihçinin gözlemi” diyerek şunları söylemişti:
“Batı bugün de Türkiye’yi kendi politikaları çizgisinde yürümeye zorlamak için, etnik ayrılıkçıları kışkırtmak, tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi, müdahaleci, vesayetçi, baskı metotlarını başka bir kamuflaj altında devam ettirmek peşindedir. Bugün ABD dâhil Avrupa politikası, Ermeni iddialarını açıkça desteklemiyor mu? Bir bölüm vatandaşımıza sahip çıkarak, dışarıda onların yıkıcı organlarını himayeleri altında tutmuyor mu? On binlerce vatandaşımızın hayatına kasteden bir kişiyi hapishanesinde ziyaret için daha dün bir heyet göndermedi mi? Bütün bunları, Islahat Fermanı zamanındaki gibi Türkiye’nin Batı hukuku ve insan hakları standartlarına uygun hâle getirilmesi için yapmak gerektiğine bizi inandırmak istiyor, anlaşmalar imzalatıyorlar…”
Bugün, İnalcık’ın bahsettiği o kişinin Meclis’te konuşma yapması isteniyorsa, aynı sebeptendir.
Her şey, aslına rücu eder; yadırgamıyorum ama gerçeklerin de bilinmesi gerek...