Ne yazayım abime?
Partizanlık ve 'profesyonel aydınlık' ne zor iş… Dolar kuru veya hava durumu gibi sürekli değişen şartlara uyum sağlayacaksın… O 'atanmış aydınlar', o 'seçilmiş profesyoneller' ve 'bakarkör partizanlar' arasında tutunabilmek için 'doğal seleksiyon'u hep başarıyla atlatacaksın…
***
Meselâ 'tecavüz' mü tartışılıyor? Önce öğreneceksin 'sizin taraf' neyi savunuyor? 'Ama' filan demeyeceksin, kelle-paça dalacaksın… Dün "İdam edilmeli" dediğin, bugün affedilmek isteniyorsa hemen ona 'mağdur' muamelesi yapacaksın…
***
Yabancılar sizi çok mu övüyor? Daima yaptığın gibi bunu ülkenin yükselen itibarına bağlayacaksın, eski devlet adamlarımızın yabancılar karşısındaki o ezik fotoğraflarını gündeme getireceksin, farkı hissettireceksin… Yabancılar sizi eleştirmeye, kötülemeye, kızdırmaya mı başladı? Dönüp bu defa büyümemizi çekemediklerini, zaten onların olaylara haçlı kafasıyla baktıklarını, esasında bizi övseler kendimizden şüphelenmemiz gerektiğini buyuracaksın…
***
Çözüm sürecinde teslim olurken de şimdi vururken de alkışlayacaksın… O zaman ona 'doğruydu' diyeceksin, bu zaman buna… Yarın neye 'doğru' diyeceğini bilmemek ise umurunda olmayacak… "Ben bilmem merkez bilir" gerçeği siyasî amentünün ilk ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez şartı olacak…
***
Yabancı derecelendirme kuruluşları kredi notunu yükseltirse, eski Türkiye'ye hava basacaksın, ülkenin dünya ekonomileri arasında nasıl ilk 10'a doğru tırmandığı edebiyatı yapacaksın… Baktın ki aynı derecelendirme kuruluşları notu kırdılar, hemen onların gâvurluğunu hatırlayacak ve ümmete hatırlatacaksın…
***
İşine geldi mi 'adalet'i kimseye bırakmayacaksın… Daha adil bir dünya, daha adil bir ülke derken, milyonlarca işsizi ilgilendiren işe girişte şimdi daha çok tercih edilen 'mülâkat' adaletsizliğine ses çıkarmayacaksın, eski Türkiye edebiyatı yaptığın günlerin üzerine şal örteceksin…
***
Kıbrıs'ta hareketlilik mi var? Gazetede yazmak, televizyonda konuşmak, sosyal medyada trollük yapmak veya mahalle kahvehanesinde halkı aydınlatmak için önce bekleyeceksin, 'sizin taraf' neyi savunuyor diye… Baktın ki, gâvurun istediği gibi anlaşma eğilimi ilerliyor, hemen 'Kıbrıs'ın Türkiye için ne büyük ayak bağı' olduğunu anlatmaya başlayacaksın… Yok tersiyse 'dirayetli dış politika' dersi vereceksin…
***
Bu işler esneklik ve kabiliyet ister… Bir koyundan iki post çıkarmak gibi bir şey… Rus uçağını düşürülünce de oradan kahramanlık çıkaracaksın, "Bundan sonra böyle, işinize gelirse, alayınıza gider" diyeceksin… Sonra koştura koştura özür diledikten sonra bunu atomu yeni parçalamış gibi 'bölgesel yeni dış politika' çerçevesine oturtup buradan da büyük bir başarı çıktığını IQ problemi olmayanlara göstereceksin… Zaten tecrübelisin, bir gecede 'başarı'yla boşaltılan Süleyman Şah Türbesi'nde gerekeni yine yapmıştın…
***
Başkanlık sistemine karşı çıkacaksın… Bunun ülkeyi böleceğini, eyalet sistemi getireceğini yıllarca savunacaksın… Bunu savunanları 'yıkım taşeronluğu' ile suçlayacaksın… Sonra tependekilerin artık farklı düşündüğünü görünce o 'yıkıcılar'ın kendi çizginize geldiğini ve bunun millî bir başarı olduğunu millete kasmaya çalışacaksın…
***
Siyasetçi işini yapıyor… Ya bunlar? Kendi şahsî çıkarları, para ve kariyer hesapları, bağnazlıkları ve ahmaklıkları sayesinde gerçeğe günde üç takla attıranlar… Haksızlık ve yanlışlık karşısında itiraz kaydı düşmektense, haksızlık kılıcını yalayanlar… İrili ufaklı muktedirler önünde şahsiyetlerini paspas edenler… 'Düzen'e uyum sağlayacağız diye kendi şahsiyetlerini kemirenler… Yanlışa yanlış demenin aslında o yanlışı yapana da iyilik olacağını düşünmektense, kısa vâdeli kârlardan kendilerine izzetsiz bir dünya inşa edenler… Çocuklarına aslında ne bırakacaklarını umursamadan, 'doğal seleksiyon'da yok olmamak için kendileri olmaktan çıkanlar…
Bu bizim gerçeğimiz maalesef… 'Lâyık olduğumuz gibi' düsturuna uygun gerçeğimiz…