Ne Şam’ın şekeri, ne Arap’ın yüzü
Maraş Mevlevihanesi şeyhi Şam doğumlu Selim Dede’nin öz kızı, bendenizin nenesi Hatice Hanım, babasından öğrendiği sözlerinden birini şöyle ifade ederdi: “Arap Arap’tan 40 yıl sonra öcün almış, eyvah evdim* demiş”. Şeyh Dede’den kalma kahve seremonilerinde ise büyük anneannem Ayşe Hatun, kendisine karşı kusur işleyenlerin bahsi açıldığında, “Ne Şam’ın şekeri, ne Arap’ın yüzü” der kaşlarını çatar, gözlerini devirirdi.
Şu sıralar kuzey Ege’deyim. Burada Arap alfabesiyle yazılmış tabelalar yok. Afgan veya Arap düzensiz göçmenler ile daha karşılaşmadım. Modern Türkiye’nin nispeten müreffeh ama kesinlikle sakin bir bölgesi. Köylü köyünde, yazlıkçı plajında. Salı ve cumartesi günleri kurulan Gelibolu köy pazarlarında son derece sorunsuz bir alışveriş hayatı var. Köylüler tarlalarından getirdikleri ürünleri, İstanbul’un en lüks manavı fiyatına satıyor. İstanbul’da hormonlu ve aşırı gübrelenmiş sebzeyi aynı fiyata yediğini düşünen yazlıkçılar ise “Hiç olmazsa doğal sebze meyve yiyorum” düşüncesiyle avunuyor.
Gelibolu Yarımadası’nda büyük bir Mevlevihane binası var ama artık müze olarak yaşıyor. Bu bölge herkesin bildiği gibi, Türk milleti için kutsal bir alan! Avrupa kıtasına ilk burada ayak bastık. İlk üssümüzü burada kurduk. Balkanların fethi burada toplanan Gazi Alp’ların akıncı ruhu sayesinde mümkün oldu. Yine bu yer, Gelibolu Yarımadası, Türk milletini tarihe gömmek isteyen emperyalistlerin ideallerini toprağa karıp denize gömdüğümüz vatan toprağı! Üstelik bütün yarımada kelimenin geçek anlamı ile şüheda tarlası!
Bu topraklarda evet şimdilik düzensiz göçmen, onların şımarıkça astığı Arapça tabelalar yok, yani genel resim tertemiz. Ama bölge bölge içerlere girdiğinizde bağcılık, şarapçılık, şarap evi işletmeciliği, şarap tadım günleri için günü birlik turlar, Yunanca isimli meyhane (ki tüm meyhanelere Atatürk portresi konması yasaklanmalıdır) lokasyonları pıtrak gibi çoğalıyor. Meyhaneler ve şarap tadım evleri Bolayır Gazi Süleyman Paşa Türbesi, Paşanın adına yapılmış harap camii, Namık Kemal kabri, Rumeli’ye geçişte kilit noktalarından biri olan Çimpe kalesi harabesi, biraz ötede Anafartalar (Suvla), biraz daha ötede Şehitlikler ile karşı karşıya!
Tamam, Arap yok, Arapça tabela yok, Acem yok, Afgan yok, Hindu yok, yamyam yok ama bir “belâ” var! O da modernleşmiş vatandaş topluluğunun atalarımızın mezarları üzerinde ne yaptığını bilmeden gününü gün etmesi!
Bir çıkış yolu olmalı. Çünkü kültür hayatımız iki uç arasında o kadar gerildi ki, ip kopmak üzere. İp koptuğunda her iki uçtan çekiştirenler yüz üstü kapaklanacaklar ve bir daha ayağa kalkmaları mümkün olmayabilecektir. “Ne Şam’ın şekeri ne Arap’ın yüzü” demenin bir tarihçesi var ama aynı şey bir zamanlar Devleti Âli’yle vatandaşı olan diğer etnisiteler için de geçerli. İpini koparıp sınırımızı geçen her Arap’ı mazlum din kardeşimiz diye bağrımıza basamayacağımız gibi, Modernleşmenin gereği diye Batılı komşularımızı, müzikleri, meyhane isimleri, şarapçılık gelenekleriyle bağrımıza basmamız da abes.
Bir film bir diyalog
++++++++++
Cem Yılmaz’ın yazdığı ve Ali Taner Baltacı ile beraber yönettiği Hokkabaz burada hatırlatacak bir eser. Filmin öyküsü katmanlı ve ilginçtir. Uzun bir yolculuğun ardından baba (Mazhar Alanson: Sait Tünaydın) ile oğul (Cem Yılmaz: İskender Tünaydın) Gelibolu’da bir balıkçıda, yoldaşlarıyla (Özlem Tekin: Fatma ve Tuna Orhan Maradona) beraber balık yer ve demlenirler. Sait Tünaydın’ın niyeti Şehitlikleri ziyaret etmektir. Ama alkol onu çarpmıştır. Ayakta zor durmaktadır. Yemekten sonra araca binerler. Baba ile oğul arasında şu diyalog geçer:
İskender Tünaydın: Baba saat dört buçuk oldu sonra gidelim mi şehitliğe?
Sait Tünaydın: Zaten böyle gidemem. Ayıp! Yarın gidelim.
Sait Tünaydın, lafını bitirdikten sonra başı düşer ve sızar.
2006 yılında çekilen filmdeki hassasiyetten bugün geriye nasıl bir “ayıplı iş yapmama” duygusu kaldı acaba?
Kendimi de dâhil ederek sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum.
…
*Evmek: Acele etmek.