Kopya aslını yaşatır
Yönetmen Ridley Scott’un Roma’nın kalbi Kolezyum’a kamerasını çevireli 24 yıl olmuş! İnsana dudak ısırtan ve “zaman bir kuş gibi uçup gitmiş” dedirten ciddi bir süre… Gladyatör (2000), sinemaseverleri zaman yolculuğuna çıkarmıştı. Filmi izlerken adeta bir portaldan geçip Romulus ve Remus’un kurduğu, bütün zamanların en korkunç “Sodom ve Gomore”sine dönüşmüş Roma’da buluyordunuz kendinizi. İmparatorların, ayaktakımının, gladyatörlerin, kifayetsiz prenslerin, muhteris senatörlerin, güç elde etmek için bedenlerini kullanan prenseslerin ve daha aklınıza ne gelirse işte o çağda yaşananları yaşıyor gibi olmuştuk.
Gladyatör II ise doğrusu pek çok bakımdan hayal kırıklığı olarak yansıyor perdeye. Ne bir zaman yolculuğu için portal açılıyor, ne de o dev perdede (imax formatında) devinip duran karakterlerle bağ kurabiliyorsunuz. Hatta filmin bu kadar dev perdede gösterilmesi onu içselleştirmemizi de engelliyor diyebilirim.
Aslına bakarsanız yönetmen Ridley Scott, Gladyatör II’de, ilk filminde altını çizemediği konuları ön plana çıkartarak eksik bıraktıklarını tamamlama işini sürdürmüş görünüyor. Scott, 1979 yapımı Alien (Yaratık) filmini yıllar sonra nasıl Prometheus (2012) olarak yeniden çektiyse 24 yıl sonra Gladyatör’ü de yeniden çekmiş.
Peki, Scott bu ikinci versiyonda ne yapıyor? Birinci filmin senaryosuna sadık kalsa bile aslında Roma İmparatorluğunun köklerine dönmesini arzulayan filozof imparator Marcus Arielius’un düşüncelerine çok daha değer vererek, bir cumhuriyet olarak kurulan ve senato tarafından yönetilen Roma’nın fabrika ayarlarına dönmesi gerektiğini tekrar tekrar vurguluyor. Daha filmin başında Romulus ve Remus’un dişi bir kurttan süt içen heykelin altında, Roma şehrine ilk gelen kölelere “toplum tarafından dışlanmış bu iki kardeşin bir kurt tarafından beslenip büyütüldüğü” anlatıldıktan sonra ölü imparator Arielius’un “Roma cumhuriyeti” fikrine dümen kırılıyor.
Finalde diktatör yanlısı askerlerle bir önceki filmde cumhuriyetçileri kurtaramayan Arielius’çular yani cumhuriyetçiler aynı kapıda aynı heykelin gölgesinde bir uzlaşmaya varıyorlar. Tekrarlarsam, yönetmen en kaba hatlarıyla bunları vurgulamak için bir film yapmış gibi görünüyor. Tabii filmin hikâyesinin günümüz dünyasına göndermeler içerdiğini düşünmek için haklı sebepler var. Amerika’da bir önceki seçimlerde yaşanan demokrat ve cumhuriyetçi çatışması böyle bir senaryoya ilham vermiş bile olabilir! Yani Gladyatör II, ciddi siyasi mesajlar ihtiva ediyor ki, İngiltere Kralı III. Charles’ın filmin galasına teveccühü de bunu gösteriyor.
Gladyatör ile Gladyatör II arasındaki sinemasal farklara gelince; bu kadar uzun zaman önce seyrettiğim birinci filmi yeni çekilen Gladyatör II ile mukayese etmeden önce tekrar seyrettim. Birinci lehine karar verdim, ama mesela Scott’ın Alien filmiyle Prometheus arasında bir mukayese yaptığımızda ikincinin daha iyi olduğunu yazmak malumu ilam olur.
Gladyatör’ü yeniden izledikten sonraki kanaatim şöyle netleşti: Gladyatör, zamanla eskimeyen ciddi bir “tüm zamanlar” filmi olmuş. Tıpkı Baba (The Godfather, 1974) gibi. Her şey yerli yerine oturmuş. Hikâye karakterleri itibarıyla tarihî bağlamından tamamen kopartılmış ve tam bir kurmacaya dönüştürülmüş olmasına rağmen izleyeni tarihî gerçekliğe götürüyor. Sözün özü: Scott’ın ilk Gladyatör’ünü tarihten esinlenerek yapılmış özgün bir tablo sayarsak Gladyatör II ise bir kopya, hatta bir fotokopi demek gerekiyor.
Ama ne derler bilirsiniz, kopya aslını yaşatır!