Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Coşkun ÇOKYİĞİT
Coşkun ÇOKYİĞİT

Türk Sinemasının küçük dev adamı Osman Sınav

osman-sinav-1.jpg

Sinemanın uçsuz bucaksız hayal dünyasında var olmak, bulunduğu yeri muhafaza etmek, oradan daha yükseğe ulaşmak ve rüzgârların sert estiği zirvede tutunabilmek zordur: çünkü hayal âlemi, katı gerçekle kuşatılmış bir kristal gibidir ve dağıldığında toplamak mümkün olmaz. Sisifos gibi yeniden başlamak, aynı çetin mücadeleyi tekrar vermek gerekir. Rengârenk, hayallerini sinemaya aktarmak için varını yoğunu ortaya koyan pek çok hayalperest, kaderleriyle karşılaştıklarında kenara çekildiklerinde hatıralar galerisine yuvarlanıverirler.

Sevgili Osman Sınav, büyülü, büyülü olduğu için çok tekinsiz bu âleme tutkulu bir biçimde giren, yıllar boyu en sert rüzgârlar karşı duran -kaderiyle karşılaştığında kenara çekilmeyen- bir savaşçıydı. 1980 öncesinde başlayan yolculuğunu günümüze kadar sürdürebilmiş olması, davasından asla vazgeçmemiş olmasındandı.

Dağların arasında yüksek platolarla çevrili ve dokuz ay karla kaplı Burdur’un bir köyünde dünyaya gelen (1956) Osman Sınav, “insanın karakterini coğrafya belirler” iddiasına dayanarak söylersem… Doğup büyüdüğü coğrafyanın sert iklimi, zengin habitatı ile binlerce yıllık Anadolu uygarlıkları mirası üzerine muhteşem bir Türkmen halısı gibi serilen Turanî geleneklerin içinde yetişmiş, onun sinema estetiği bu terkipten doğmuştu. Çocukluğunda uzun kış geceleri ninesinden, dedesinden devlere, cadılara, eşkıyaya, canavarlara karşı mücadele veren, muhtemelen Dede Korkut hikâyelerinden ve destanlarımızdan süzülmüş kahramanların, yiğitlerin masallarını dinlemiş olmalıydı.

Kör Nokta (2024), Yalnız Kurt (2022), Gel Dese Aşk (2020) , Sen Anlat Karadeniz (2018), Yalaza (2017), N'olur Ayrılalım (2016), Şahane Damat (2016), İnadına Aşk (2015), Hatasız Kul Olmaz (2014), Kızılelma (2014), Sakarya Fırat (2009), Doludizgin Yıllar (2009), Alayına İsyan (2009), Kılıç Günü (2010), Doludizgin Yıllar (2008), Pars Narkoterör (2007), Pusat (2007), Acı Hayat (2005), Kapıları Açmak (2005), Kurtlar Vadisi (2002), Ekmek Teknesi (2002), Hayat Bağları (2000), Deli Yürek (1998), Sıcak Saatler (1997), Süper Baba (1994-1995 iki sezon), Yarınlara Gülümsemek (1991) gibi Türk toplumuna ayna tuttuğu TV dizilerinin çeşitliliğini ve birçoğunun yüksek başarısını, sadece hayatın nabzını tutabilmesinde değil çocukluğunda dinlediği Türk masallarında, efsanelerinde de aramak gerek.

Osman Sınav’ın filmografisine baktığımızda ise onun sadece entelektüel bir “hikâye anlatıcısı” değil bir “estet” olduğunu açıkça görürüz. Aşk Kırmızı (2013), Uzun Hikâye (2012), Pars Kiraz Operasyonu (2007), Deli Yürek - Bumerang Cehennemi (2001), Gerilla (1995), Yalancı Şafak (1993, TRT), Kapıları Açmak (1992), Aşka Kimse Yok (1991, TRT), Küçük Dünya (1990, TRT), Hünkârın Bir Günü Ve Düş (1989), Bir Muharririn Ölümü (1987) filmleri bize bunu açıkça söyler.

Osman Sınav, “En büyük hikâye anlatıcı Yaratandır!” sözüyle hikâye anlatmanın ilahi olduğunu, Yaratıcının, semavi kitaplarda anlattığı hikâyeleri örnek aldığını dile getirirdi. Semavi kitaplardaki hikâyelerde, hepimizin bildiği gibi karakterlerin, varoluş gayesini arayıp bulmayı, hiç taviz vermeden ahlak (sıratı müstakim) üzere olmayı temsil ettiğini görürüz. Bu cümleden olarak Osman Sınav’ın, sinema yoluyla öyküler anlatırken temel estetik kabulünün doğrudan “Geleneğe” sımsıkı bağlı olduğunu söyleyebilirim.

osman-sinav-2.jpg

Çok çok uzun yıllar önce tanıştığımızda, onun Peyami Safa’nın bir “klonu” olduğu, roman yazmaktan bıkan üstadın bu defa da sinemanın küçük dev adamı olmaya karar verdiği fantezisini üretmişti muhayyilem.

Ufacık tefecik bu adam, çalışkanlığı ve azmi sayesinde Ülkücü arkadaşlarına tur bindirmişti. Uluslararası reklam camiasının Türkiye ayağında çok başarılı bir reklam yönetmenliği, “creative director”lük yapmış, arkadaşlarına iş imkânları sunmaktan geri durmamıştı.

12 Eylül’den sonra, yurtlar süresiz kapatılıp sokaklarda kaldığımız sıralarda Taksim’de karşılaşmıştık. Hal hatır faslı sırasında barınma problemimi duyar duymaz “Gel bende kal!” dedi. Cihangirde giriş katındaki evinde on beş yirmi gün kaldım. Mizaçlarımız o kadar farklıydı ki, aynı ideali paylaşan iki arkadaş olmamıza rağmen evin içinde iki uzak akraba gibiydik. Sonunda ben izin isteyerek ayrıldım ama arkadaşlığımız her buluşmamızda sanki biraz önce yan odaya geçip dönmüşüz gibi devam etti.

En son ziyaretimde, hastalığının acımasız yüküne rağmen sırtına yastıklar dayatmış, dimdik otururu şekilde karşıladı bizi. Prof. Hayati Durmaz, Prof. Yumuşhan Günay, ben ve küçük dev adamımız, arkadaşımız Osman Sınav, işte yine birlikteydik! Yumuşhan Ağabey’in getirdiği nefis lahana sarması ile Osman’ın mutfağından çıkan leziz yiyecekleri beraber yedik, sohbet ettik ama anlamıştım ki bu acımasız bir veda anı, son meclis ve son sohbetti: Osman’ın “evet, hayır, öyleydi, değildi” gibi kısa cümlelerle katıldığı son söyleşmemizdi!

Odasından ayrılırken son defa göz göze geldiğimizde Neşati’nin çığlığa benzeyen mısraları uçuşuyordu. Osman o son bakışıyla şöyle diyordu:

Sîneden derd ile bir âh edeyin kim dönsü,

Aksine çarh-ı felek mihr-i dırahşânı bile”.

İçim buruk cevap verdim:

“Gittin amma kodun hasret ile canı bile,

İstemem sensiz olan sohbeti yaranı bile”.

Yerin cennet olsun Osman, ruhun şad olsun küçük dev adam!

Yazarın Diğer Yazıları