Ne dedin de yapmadık!
KCK davasından Abdullah Öcalan’la İmralı’da görüşen avukatlar tutuklandı... Neden? Lâf taşıdıkları için...
Şu durumda fiilleri suç olmaktan çıkmıştır!
Asıl tutuklanması gerekenler bütün görüşmeleri kayıt altına alan devlet görevlileridir ve bu görevlileri yönlendiren idarecilerdir.
A. Öcalan’ın yönlendirmesine hem müdahale etmiyorsun, hem de beklemediği bir zamanda yaptıklarını suç sayıyorsun.
Önceki gün BDP milletvekilleri lâf taşımak için sekizinci defa İmralı’ya gittiler.
A. Öcalan’ın avukatlarıyla bu milletvekillerinin arasında zerre kadar fark var mı?
Neymiş? “Barış görüşmeleri” yapılıyormuş.
“Barış” dediklerinin ne getirdiğini Güneydoğu’da, Kuzey Irak’ta, Suriye tarafında görüyoruz... Hem içeriden, hem dışarıdan kuşatılıyoruz.
Birinci aşamanın şartı silâhlı grupların çekilmesiydi, Başbakan Recep T. Erdoğan, militanların çekilmediğini bizzat açıkladığı hâlde, PKK tarafı ikinci, en son Abdullah Öcalan üçüncü aşamadan bahsetti.
Sırf “Şehit haberleri gelmiyor” diye barış şartlarının yerine getirildiği düşünülüyor.
Bir zamanlar çok yaygın telaffuz edilirdi: Ver kurtul. Verdikten sonra adamın silâh kullanmaya ihtiyacı kalmıyor.
A. Öcalan da onun nazarında bir sinek kadar değeri olmayan kendi alt kademelerindekiler de çok akıllı yürüyorlar. Gaflet içinde olanlar devleti yönetenler. Üstelik bile bile oyunun bir parçası olmaya razılar.
Bekledim, Güneydoğu’da “PKK Demokratik Cumhuriyeti” kuruluş çalışmaları son safhaya gelmişken, acaba Hükûmet, Ada’ya “barış görüşmeleri”nin mimarı Hakan Bey’i gönderip: “Şu adamlarına bişiy söyle Serok! Milletin ayranını kabartacak hareketlerden kaçınsınlar, zamansız hareketleri size vereceklerimizi zora sokuyor, yeni gelecek lâf taşıyıcılara bir bir anlat...” dedirtti mi? Dedirtmemiş anlaşılan.
İpler tamamen Abdullah Öcalan’a bırakılmış. Beyimiz adaya gazetecileri çağırıp basın toplantısı düzenlemek, “barış süreci” üzerine görüşlerini anlatmak istiyormuş.
Adamın cür’etine bakın siz!
15 Mart 1993’te Bekaa’da düzenlediği basın toplantısını da sonraki gelişmeleri de biliriz biz. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Celal Talabanî’nin aracılığıyla önayak olmuş, Türkiye’den gazetecilerin gitmesini sağlamıştı. Gazetecilerimiz de A. Öcalan’ın kravatından öteye bir haber getirmemişlerdi: Kravatı ne kadar yakışmış! Yazılarına böyle başlıyorlardı. Ak posbıyıklı biri ise, Galatasaray muhabbetini yazmıştı. İğrençlik... Bir tarafta ülkenin üzerinde birileri kendilerinde tasarruf hakkı görüyor, öbür tarafta gazetecilerimiz imaj cilâlıyor.
Şimdi, Allah bilir, şu gazeteci gelsin, şu gelmesin diye bir liste de verecektir A. Öcalan. Normalde benim gitmemin istenmesi gerekir. Çünkü İmralı’da duruşmaları baştan sona takip eden nadir gazeteciyim ve üstelik en ayrıntılısını ve bilinmeyenleri de yazan benim. Allah korusun A. Öcalan’ın himmetinden!