MİT/Hükûmet böyle mi gidecek?
MİT, KCK meseleleri, PKK görüşmeleri, İmralı’dan Kandil’e lâf taşımalar, PKK’lılarla yarenlikler, cıvıklıklar, samimiyetler daha ortaya çıkmadan, AK Parti hükûmetleri kurulduğundan beri, bir şeylerin eksikliği üzerine o kadar çok yazdım ki:
PKK kıpırdıyor, işi yalnız askere bırakmayın, yük siyasîlerin omzunda, askerin işi silâh kullanmaktır... Siyasîler mücadelede kararlı olmazlarsa, asker geri durur...
Şehit cenazeleri geldikçe Ak Parti’nin, ana muhalefet partisinin tavırlarını baktım, nasıl bir refleks gösteriyorlar?
Ak Parti yönetiminde hiçbir kımıldama olmadığı gibi, düğün dernek geziyorlardı. Sanki olaylardan memnun gibiydiler. PKK’nın önü alabildiğine açık, güvenlik güçlerinin eli kolu bağlı.. Güneydoğu âdeta PKK ve uzantılarına teslim edilmiş.. 2011 yılının başlarına gelene kadar PKK’ya öyle bir ön açtılar ki, öyle bir mevzi kazandırdılar ki, geldikleri noktadan geriye atmak mümkün olmadı.
Ak Parti adına MİT’i, PKK’nın önünü açanları, sorguya çekmek her babayiğidin harcı değildir; savcı Sadrettin Sarıkaya buna cesaret edebilmişse, elinde kesin deliller vardır.
Bir de böyle düşünelim!
Savcının nasıl deliller bulduğunu bilmiyoruz. Gazetelere aksedenlere ne kadar inanabiliriz? Onu da bilmiyoruz. Gazetede yazılanlar bile -eğer doğruysa- vahim çerçeveyi ortaya koyuyor.
Bu vahim çerçeveden baktığımızda, Ak Parti’nin neden PKK’nın üzerine gitmediğini görebiliyoruz.
PKK ile pazarlık yapılırken, “samimî” olduklarını göstermek için, istedikleri gibi at koşturmalarına fırsat vermişler, halkın üzerine tahakküm kurmalarını kolaylaştırmışlardır.
Şehitlerimiz ise pazarlıkçı hükûmeti hiç ilgilendirmemiştir.
Hatta millî duyguları kabarıp fazla slogan atanlara bile Recep T. Erdoğan söylemediğini bırakmamıştır.
2002’den itibaren gazeteleri tarayın, neler yaşandığını bir bir göreceksiniz.
MİT soruşturması gide gide kime dayanacak?
Hükûmete!
MİT yöneticileri sorguya gitselerdi, bu durumda mahkemeye çıkacakları açıktı. Hâkimler ne karar verirdi, orası meçhul diyeceğim ama, eğer gazetelerde yazılanlara inanırsak, hâkimlerin de yapacakları bir şey yoktu; ister istemez “içeriye” buyur edeceklerdi.
MİT’çiler PKK pazarlığında kendi başlarına hareket edemezler... Hükûmet direktif vermiştir, onlar da görüşmüşlerdir.
Sorguda bunları söylediklerinde mesele Recep T. Erdoğan’a gelip dayanacaktı.
Oslo görüşmelerinin açığa çıkmasından sonra meğer MİT’çiler şikâyet edilmiş ve 26. madde yüzünden savcılar tereddütte kalmışlar.
MİT’in teşkilat kanunundaki 26. maddeye göre Başbakan izin vermeli ki haklarında soruşturma açılsın.
Diğer taraftan TCK’nın 251. maddesi var... Hangisi önde? Genel mi, özel mi?
Dün haberlerde dinledim: Hatay’da Suriyeli bir muhalif albayı Esad’ın adamlarına teslim eden MİT’çi, “Başbakanın izni olmadan beni tutuklayamazsınız!” demiş.
Adamın suçu sabit! Ne olacak o zaman?
Bu kadar hukukçu var, meselelere bu kadar kafa yoruyorlar, neden dört dörtlük, birbiriyle çelişmeyen kanun yapamıyorlar?
Hangi önemli mesele karşımıza çıksa, kanunların çelişkileri, boşlukları da karşımızda...
Neden kanunlarımızı oturtamıyoruz?
MİT, yara almıştır. Acemilik yaptığı gibi, hükûmete, bu yol ileride şu dertleri başımıza açar deme cesaretini gösterememiştir.
Hükûmetler değişir ama meseleler örtülmez.
Geçmişin hesabı şimdi-yanlış veya doğru- nasıl soruluyorsa, gelecekte de şimdinin hesabı sorulacaktır.
Bu hükûmetin, bu düzenin ilelebet devam edeceğini mi sanıyorsunuz!
2002’den 2011’e kadar PKK müsamahası kaç canı götürmüştür?
Hesap edin!
HHH
Hiçbir zaman, mevcut kanunların tanıdığı hakkın dışına çıkılmamalıdır. İster bu kanunu beğenin, ister beğenmeyin; uymak zorundasınız.