Mesele Gülşen Değil (2): Muğlak suçlar ve ceza olarak tutuklama
Bir önceki yazıda, Gülşen''in aslında tüm topluma verilmek istenen mesajın yalnızca bir aracı olduğunu, esas meselenin Gülşen olmadığını yazmış ve konuyu farklı hayat tarzlarına tahammülsüzlük ve muhalefet etmenin meşru görülmemesi açısından incelemiştik.
Dün bu yazıyı hazırladığım saatlerde ise, Gülşen''in tahliye haberi, hukuk adına utanç verici bir şekilde geldi. Zira, Gülşen serbest kalmamış, tutukluluğu ev hapsine çevrilmişti.
2- TCK''daki muğlak suç tipleri ve tutuklamanın cezalandırma aracı olarak kullanılması
Öncelikle şunu söyleyelim: Ortalama eğitim seviyesindeki bir vatandaşın ilgili kanun hükmünü okuduğunda, kanun koyucunun söz konusu hüküm ile neyi yasakladığını anlayabilmesi gerekir.
Türk Ceza Kanunu''nda ise, kimi suçların muğlaklığı, suçun kapsamının belirsiz ve geniş algılanmasına, insanların keyfe keder suçlanabilmesine yol açıyor.
İşte bu suç tiplerinden biri de Gülşen''in ifadelerinin suç teşkil ettiği iddiasının dayandırıldığı 216. maddede yer alan "halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu". Ancak kanunilik ilkesi gereği kıyas ve yorum yapmaksızın uygulandığında söz konusu maddedeki suç da vuku bulmuş olmuyor:
"Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."
Peki, imam hatip liseleri, sosyal sınıf mı, ırk mı, mezhep mi, bölge mi? Hiçbiri değil. Üstelik, bunlardan biri dahi olsa "açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması" gibi, objektif bir cezalandırma şartı da aranıyor ve bu olayda mevcut değil. Söz konusu ifadelerin bu suçun kapsamına girmediği oldukça açık.
Dikkat edelim, 216. maddede yer alan "aşağılama suçu" veya 125. maddede yer alan "hakaret" suçları da Gülşen''e isnat edilmiyor, zira bu suçlar üst sınırları iki yıldan fazla olmadığı için muhakeme kanununda tutuklama tedbiri dışında tutulan suçlar.
Peki, olayda tutuklama gerekli mi?
Hep söylüyoruz: Tutuklama, son çaredir. Adaletten kaçma veya delil karartmaya yönelik somut delillerin varlığı halinde ve diğer adli kontrol tedbirlerin yetersizliği konusunda kanaat oluştuğu durumlarda başvurulur.
Sabıka kaydı bulunmayan ve üstelik olayın ardından özür dileyen Gülşen''in söz konusu suçtan ceza alması halinde dahi denetimli serbestlik müessesesiyle hapis yatması gerekmeyecekken tutuklanması, hukukla bağdaşmamaktadır.
Keyfi ve orantısız bir şekilde uygulanan bu tutuklama tedbiriyle kişi güvenliği ve özgürlüğü hakkı ihlal edilmiş ve tutuklama, cezalandırma aracı olarak kullanılmıştır.
Dün ise, başka bir adli kontrol tedbirinin de tutuklama aracı olarak kullanıldığına şahit olduk. 3 günü aşkın tutukluluğun ardından Gülşen hakkında "konutu terk etmemek suretiyle adli kontrol" kararı, yani ev hapsi verildi.
Oysa, Ceza Muhakemesi Kanunu''nun 109''uncu maddesi, ev hapsinin ancak "tutukluluk koşulları mevcutsa" verilebileceğini belirtmektedir ve ev hapsinin verildiği kararda dahi Gülşen''in kaçma ve delilleri karartma şüphesinin bulunmadığı, yani tutuklama nedenlerinin bulunmadığı, belirtilmiştir. Bir adli kontrol şartı daha cezalandırma aracı olarak kullanılmıştır.
Hukuk, siyasi gücü elinde bulunduranların hükmetme, boyun eğdirme ve eğmeyenleri cezalandırma maşası olarak kullanılmaktadır.
Görüyoruz ki, mesele, hukuki eksende değil, siyasi eksende sürdürülüyor…