Mele, molla, tasavvuf, istismar
“Mele”, “molla”nın Güneydoğu’muzda söylenişidir. “Molla” Farsçadan geçmiştir ama aslı Arapçadır; “mevlâ”dan gelir. Osmanlılar ise “monla” yazmışlar, “molla” okumuşlardır!
Güneydoğu’da medreseler ünlüdür. Şimdiki durumu bilmiyorum. Bir akrabam da kim nasıl aklına sokmuşsa 1960’lı yıllarda, Yozgat’tan Muş’un bir köyüne medresede okumaya gitmişti. Anlatırdı... “Ekmek bulamazdık, su bulamazdık, 15 günde bir yıkanırdık. Yatacak yerimiz yoktu.” Bu durumda ne okuyabilir, ne öğrenebilir? Okudukları nedir zaten? Zamanın çok gerisinde kalmış fî tarihinin usûlü... Bu akrabam sonra dışarıdan İmam Hatip Lisesini bitirdi, imam oldu... Uzun yıllar Fransa ve Almanya’da da imamlık etti. Kendisini hakikaten yetiştirenler olur. Böyle kaç kişi çıkar?
Halk içinde sözü dinlenen “hocalar”ı kadroya almak istiyorsunuz ama, adamı bir de imtihana tâbi tutmaktan bahsediyorsunuz. “Sözü dinlenen” diyorsunuz... Bu insanlar ya imtihanı veremezse... Onun için çok kişi müracaat etmeyecektir.
Belki Hizbullah gibi siyasî gaye güdenler “mele” kadrosunu fırsat bilebilirler! İşte sana meşru bir Hizbullah...
İmam Hatip ve ilâhiyat fakültesi mezunları iş aş derdindeyken, halk hocalarını kadroya katmakla neyin peşindesiniz?
Sıralı eğitim görmeyenler daha çok kıssalarla vaaz verirler... İpe sapa gelmez örneklerdir. Pek çoğunda hurafe, İsrailiyat iç içedir.
Halkı hurafelerden kurtaralım derken daha batırmayalım...
Bu sevdadan dönmeli hükûmet... Eğer ısrar ederseniz “badeciler”in önüne geçemezsiniz!
***
“Tasavvuf” ve “istismar” arasındaki ince çizgiyi göstermek için size birkaç örnek yazacağım:
Şu sözler tasavvuf ehli olduğu belirtilen bir zata aittir ve bir kitapta yazılıdır:
“Hazreti Resulullah sallahi aleyhi ve sellemden bana gelinceye kadar bu tecelliye kimse mazhar erişmedi. Ben rahmeti rahmanın tecellisine mazharım. Benden şer beklemeyin.” (s. 56)
Bu söz karşısında müridin söyleyeceği bir şey yoktur. Çünkü Peygamber Efendimizden sonra Hakk’ın tecellîsi kendisinde... Mürit “Olur mu öyle şey!” dese çarpılır!
“Şam, Bağdat, Mısır, birisi Sudan, biri saikadan (yıldırım), biri de hareket-i arzdan (deprem) harap olacaktır. Türk kavmi ebabil kuşu (hava kuvvetleri) ile helâk olacak. Türk tanassur edecek (Hristiyanlaşacak).” (S. 30)
Kur’ân-ı Kerim’de birçok âyette gaybı yalnız Allah’ın bildiği buyrulur: “Göktekiler ve yerdekiler gaybı bilemezler, ancak Allah bilir.” (Neml, 65)
Yukarıdaki sözler “şirk” değil mi?
***
Şimdi ne şaşırın, ne küçük dilinizi yutun... Adamlar durup dururken badelemiyorlar! Ve durup dururken kimileri de badelenmeye “arzulu” olmuyor!
“Rüyada büyüklerle münasebet-i cinsiyede bulunmak, ileride ondan feyz alınacağına işarettir. O hal ruhun ruha ilkahıdır.” (s. 182)
“İlkah” kelimesini açın sözlüklere bakın!
Adam rüyada gördüğünü hayatta tatbik ederse daha büyük sevap alacağını düşünmez mi?!
Bir yerde “Büyük Zat” diyor:
“Evvela kahvehane, sonra meyhane, sonra kârhane.” (s. 182)
Bu cümle için şeyhinin kitabını hazırlayan kişi parantez açıp şu notu düşüyor:
(“Herhâlde bu misallerle maneviyatta da zevk basamaklarının mevcudiyetine işaret ettiler.”) (s. 182)
Rüşvete teşvik:
“Kur’an’ın bir mektubî bir de gayrı mektubî kanunları vardır. Yerine göre bilhassa bu zamanda polisin eline 5 lira sıkıştırmak gibi.” (s. 182)
Burada “mektubî” “yazılmış” anlamınadır. Zat-ı Muhterem rüşveti Kur’ân-ı Kerîm’in yazılmamış kanunu kabul ediyor!
“Tasavvuf”la “istismar” arasında nasıl ince bir çizgi olduğunu gördünüz.
***
Geçen gün Ülke TV’de Sadık Yalsızuçanlar’ın “Açık Deniz” programında tanıttığı kitaplar arasında “türbedar” şeyh hakkındaki bu alıntı yaptığım kitap da vardı. Yalsızuçanlar, elbette içini bilmeden yayıncısına güvendiği için kitabı tavsiye ediyor. İçini bilse benim açtığım tartışmayı muhakkak kendisi açar. Karşısında konuştuğu isim Türk’ün ak yüzü Yunus Emre üzerine çalışmalarıyla yakından tanıdığımız Dr. Mustafa Tatcı’dır. Mustafa Tatcı, “tasavvuf” ve “istismar” meselesini Türkiye’de en iyi ayıracak bir ilim adamıdır. Köşemize bir açıklama gönderir, “istismar” meselesini izah ederse, hepimiz aydınlanmış oluruz.