Kim kaybeder? Yahudiler mi, Müslümanlar mı?

İsrail, geçmişte Yaser Arafat’ı, kurduğu Filistin Kurtuluş Örgütü, El-Fetih’i tanıdı. Yaser Arafat’ın El-Fetih’inin İsrail’e direnişi farklıydı. Ferdî tedhişlerle, intifadalarla Filistinlilerin umudunu bir yere kadar taşıdı. İsrail’i, sonunda direne direne, saldıra saldıra belli noktaya getirdi. Oslo’da İsrail Başbakan’ı İzhak Rabin’le masaya oturdu, anlaşmaya vardı. Filistinliler Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da söz sahibi oldu. Karşılığında İsrail’i tanıdı (9 Eylül 1993). Rabin de Arafat’a bir mektup göndererek, Filistin Millî Yönetimi’ni resmen tanıdıklarını açıkladı.

Bu antlaşmadan dolayı, 1994’de İzak Rabin, Yaser Arafat ve Şimon Peres birlikte Nobel Barış Ödülü’nü aldılar.

(Rabin Oslo Antlaşması’nı imzaladığı için 4 Kasım 1995’te fanatik Yahudi Yigal Amir tarafından öldürüldü.)

Oslo Antlaşması sonrası, İsrail Devleti’ne doğru yol alınacağı hesabı içindeydi Arafat. İkinci Oslo görüşmesi 1995’ta yapıldı ama bir neticeye varılamadı.

Filistin’de “İslâmcı” kanat, Arafat’a karşıydı. Daha fazlasını istiyordu.

Arafat Ramallah’ta ikamet ediyordu. İsrail’in kontrolündeydi. Kıpırdayamıyordu, Hastalandı, bir süre komada kaldı. 2004’te hayatını yitirdi.

İsrail devleti kurulurken örgütler faaldi. Eğer Filistinliler örgütlenmelerde öne geçselerdi belki İsrail baskın çıkmazdı. Filistinliler yerliydi, Yahudiler ise, yerlileri olmakla beraber, kimi kovulduklarından, kimi gönüllü çok insan, dünyanın dört bir tarafından göçerek gelmişlerdi.

***

Baştan bir anlaşmaya varılmalıydı. İslâmcı örgütlerin giderek büyüyeceğini, gelişeceğini, daha ötesi kendilerine göre bir plan program içinde hareket ederek, hedefe ulaşmada mesafe alacaklarını İsrail yönetimi, Arafat’ın nasıl ortaya çıktığını, nasıl geliştiğini, başlarına nasıl belalar açtığını ve bu belaların önüne niçin geçemediklerini hesap ederek, HAMAS gibi örgütleri tahlil etmeliydi.

İsrail Devleti, sürekli öldürerek, kendisini selamete alacağı hesabı içine girdi. Gazze’ye kaç defa saldırdı. Aileler yok edildi. Her aileden insanlar yok idildi. Hıncı biledikçe biledi. Batı Şeria’da da aynı yolda yürüdü. Yahudileri, yerleştirerek, Filistinlilerin alanları daraltma hesabı içinde hareket etti. En ufak protestoda kan akıttı. Evleri yıktı, insanları tutukladı.

Arafat’ın örgütüne benzemez HAMAS, İslâmî temelden yürüyor. Sadece Filistin hesabı içinde değil. Kendilerince bütün Müslümanların sesi olmak istiyor.

ABD, İsrail’in bir uzantısı. Kayıtsız şartsız İsrail’in yanında. Uçak gemisi gönderiyor, filo gönderiyor. Bunun manası, İsrail, şimdilik Gazze’yi bombalasın, ne kadar Müslüman varsa öldürsün. Başka Müslüman ülkeler müdahale etmeye kalkarlarsa, biz gereğini yaparız, demeye getiriyorlar. (Zamanında ABD için “Yahudi İmparatorluğu” demiştim. MOSSAD’ın kontrolündeki bir sitede, yazım İngilizceye tercüme edilmiş, ben de “Yahudi düşmanı” gibi gösterilmiştim. Ne alâka?! Son gelişmeler, yine bizi haklı çıkardı. Kimsenin düşmanı olmayız. Taraf da değiliz. Hak nerede biz oradayız.)

***

İsrail’de de Filistin’de de derinlikli araştırmalar yaptım. İsrail’in Mescid-i Aksâ’nın altına tünel açmak istediklerinde büyük çatışmalar olmuştu. Bu çatışmalardan hemen sonra İsrail’deydim.

(Ara not: Mescid-i Aksâ veya Mescidü’l-Aksâ. İki yazılış da doğru. Birinci Türkçede sık kullanılan Farsça, ikincisi Arapça isim tamlamasıdır.)

Meselelerin nasıl iç içe girdiğinin bariz örneği bu tüneldir. Yazılacak çok şey var ama şimdilik yalnız şu örneği vereceğim. İki taraf arasında savaşın neden bitmeyeceğinin de bir örneğidir. “Paylaşılamayan Kudüs” röportaj dizimden aktarıyorum:

Muhammed Hüseyin, Harem-i Şerif Vakıf Başkanı. Siyon (Tapınak) Dağının üstünde yer alan Kubbetü’s-Sahrâ ve Mescidü’l-Aksâ Harem-i Şerif diye anılır. Kendisiyle Harem-i Şerif'teki bürosunda görüştüm. Muhammed Hüseyin, Tünel'in açılmasının Müslümanlara karşı adı konulmamış bir savaşın açılması demek olduğunu belirtiyor. Muhammed Hüseyin Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın Kudüs'ü ziyareti sırasında el ele tutuşmuş fotoğrafları bütün dünya basın ve televizyonlarında yer almıştı. Muhammed Hüseyin'in bize söylediklerinden satır başları:

- Tünel yer yer cami duvarının altından geçmektedir. Bu tünelin içindeki uzun vadedeki faaliyetler sadece kutsal yapıları değil, zavallı insanların evlerini de tehdit edecektir.

- Yahudi askerleri Mescidü’l-Aksâ'ya gelen Müslümanların sayısını azaltmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Biz ibadet hürriyeti istiyoruz. Ayrıca kutsal yapıların çevresinin turistik amaçlı çeşitli dükkânlarla doldurulmasının camiin kutsiyetini bozacağına inanıyoruz.

- Doğu Kudüs bizim denetimimiz altına girmedikçe barış görüşmelerinin bir şey ifade etmeyeceği açıktır. Doğu Kudüs İslâmın üçüncü büyük merkezidir.

- Bilindiği gibi Ağlama Duvarının önemli bir kısmı yer altındadır. Korkarız ki, İsrailliler, duvarın yer altındaki kısmının yer üstüne çıkarılması yollarını arıyorlar. Bütün Filistin toprakları bir vakıftır ve bizim vakfımızın yönetimi altında olmalıdır. Bu İslâmın da bir gereğidir. İsrail işgalinden önce Mescidü’l-Aksâ civarında çok sayıda İslâmî okul ve kültür merkezi bulunuyordu. İşgalle birlikte, İsrail hükûmeti bunları kademeli olarak tek tek kapattı. Bu baskıdan irili ufaklı camiler bile nasibini aldı.”

Filistin toprağı Yahudiler için “vatan” edinmenin ötesindedir. Müslümanlar için de, sönük kalsalar da Hristiyanlar için de... Yoksa Yahudi devleti kurulması için, birçok yer gösterilmişti geçmişte.

Çok acı çekiliyor... İsrail Başbakanı Netanyahu, aklına hiç gelmeyecek, beklenmedik bir yenilgi aldı. Gazze’yi yerle bir etse dahi acısını çıkaramayacak. İsrail 1948’da kuruluyor. Üç büyük savaş, ara ara mevzi çatışmalar, hemen her gün hâdise...

Kim kaybeder, Müslümanlar mı Yahudiler mi?

Cevabı verilemiyor.

Yazarın Diğer Yazıları