İstilaya ne zaman dur diyeceksin Türkiye?
Gördünüz mü Avrupa Parlamentosu seçimlerini…
Almanya, Avusturya, Belçika, Fransa, Hollanda, İspanya ve İtalya’da sığınmacı-göçmen akınına karşı bir politik çizgi ortaya koyan partiler büyük güç kazandı…
Bizde ise bu sonuçlar “Avrupa’da aşırı sağın yükselişi” olarak kamuoyunun algısına işlenmeye çalışıyor. Tabii İslamcılar, numaralı cumhuriyetçiler, fonlular, etnikçiler, yani Türkiye’deki istilanın beşinci kolcuları yine tek ses yaklaştılar sonuçlara…
Ama bu sefere koro halinde hüzün şarkıları söyleyerek…
Nasıl söylemesinler!
Geri Kabul Anlaşması ile ülkemizi göçmen deposuna çeviren AB’nin Türkiye’deki koruma kalkanlarıydı onlar…
Türkiye’deki sığınmacı-kaçak istilasının boyutuna, geldiği ve gideceği noktaya dikkat çeken kim varsa rahat rahat “Irkçı-Faşist” ilan ediyorlardı.
Şimdi borusunu öttürdükleri AB ülkelerinde seçmenler istilaya karşı meşru müdafaa yaptı…
Peki sonuçlar gerçekten Avrupa’da aşırı sağın yükselişini mi işaret ediyor?
Ya da bazı İslamcıların komik yorumu gibi Avrupa parçalanıyor mu?
Evet evet, bazı İslamcılar gerçekten de “AB’nin parçalanması” diyebildi bu sonuçlara.
Sığınmacı-göçmen karşıtlığı ile ifade edilen bir toplumsal eğilimin bütün Avrupa’yı etkisi altına aldığını ortalama zekâ sahibi herkesin anlayabileceği şekilde gösteren sonuçları böyle yorumlayabildiler sizin anlayacağınız…
Gazeteci yazar Mine Kırıkkanat’ın şu yorumu Avrupa Parlamentosu seçim sonuçlarını en güzel şekilde özetliyor aslında; “Göçmenlerle olan kültür farklılığı; sığınmacıların sığındıkları ülkeye uymak yerine kaçtıkları ülkeyi çağdışı zihniyetleriyle işgal etmeleri, teslim almaya kalkmalarıdır.
Kaybedenler ağlamasın, hepsi bunu hak etti. Avrupa’daki bu gelişmelerin sonucunda Türkiye’yi sığınmacı deposu olarak ‘merhamet yöresi’ diye sunup kucak açacak olanlar; aslında iç savaşla ülkemizi çökertmek misyonu yüklenen vatan hainlerinden ibarettir.”
Kırıkkanat’ın tam isabet olan bu tahlilinden çıkan gerçek şu; Sığınmacıların başta kültürleri ile olmak üzere uygar yaşama karşı oluşturduğu tehdit karşısında Avrupalılar sandıkta yaşam hakkını savundu!
Yani parçalanmayı değil, yeniden Avrupalı olmayı seçtiler!
İşte o yüzden AP seçimlerinden çıkan sonuca, yani Avrupalıların kendi ülkelerinde demografik, kültürel yaşam haklarına sahip çıkmalarına, "aşırı sağın yükselişi" denilemez!
Anladınız mı İslamcılar! Anladınız mı küreselciler!
Suriyeli, Iraklı ve Afganlarla Türk halkı ulustan ümmet olmaya doğru zorla itilirken, Türkiye’nin yarısı kadar bile sığınmacıya ev sahipliği yapmayan Avrupa ülkelerinde halk gelecekteki tehlikeyi gördü!
Gördü ve sığınmacıların yarattığı ekonomik, güvenlik, sosyopolitik ve ulusal kimliğe yönelen sorun ve tehditler karşısında tavrını koydu!
Görüyorsunuz ya; demografik yapıyı koruma endişesi Türkiye’ye kıyasla komik oranda sığınmacıya ev sahipliği yapan Avrupa’da iktidarları sarsıyor, istila karşısında yurdunu ve yurttaşını önceleyen partileri iktidara taşıyor.
Demek ki neymiş; dünyada en çok sığınmacıyı barındırmak övünülecek bir başarı değilmiş!
Ahmet Yavuz Paşa’nın, “Bu eğilim Türkiye’de de yükselecek ve ilk seçimlerde sandıklara yansıyacaktır. Milliyetçi ve halkçı partilerin dikkatine sunulur.” diyerek işaret ettiği gibi, yaşamsal kaygıların olduğu hiçbir ülkede entegrasyon politikaları ya da söylemi kabul görmüyor.
Türkiye’de de görmeyecek!
Ve bu sonuçlar, Türk toprakları Avrupa’nın huzuru için “koruma kalkanı” olarak tahsis edenler ile onlara destek veren bazı çevrelerin ulus devletlerin yok olduğu balonunu da patlattı…
Aksine devletlerin kendilerini ancak ulusal politikalarla savunabileceği gerçeği korona salgınının ardından bir defa da AP seçim sonuçları ile ortaya çıktı…
Diyeceğim o ki; siyasetin hangi yelpazesinde yer alırsa alsın, cumhuriyetin laik, devrimci ve ulus devlet niteliğini yok sayan, bunlara savaş açan bir politik hattın Türkiye’yi ileri taşıması düşünülemez!
Öyleyse, Suriyeli, Iraklı ve Afganların kalmasını, entegrasyonunu savunanların Türkiye’ye kaos ve çöküşten başka verebileceği bir şey yoktur…
Farkında mısınız; Fransız İhtilali sonrasında Avrupa’yı saran milliyetçilik rüzgârını ıskaladık, faturası imparatorluğumuzun bölünüp ufalanması ve vatanımızın işgali oldu!
Şimdi de Avrupa’daki göçlere karşı korunma temelli milliyetçilik dalgasını ıskalarsak, Türkiye 21. Yüzyılın göçlerle yıkılmış ya da dönüşmüş ilk ulus devleti olacak!
Soğuk savaş kalıplı siyasetin cehaletinde boğulan milliyetçilik; cumhuriyeti kuran kodlarındaki gerçek paradigmasına dönmeden, Türkiye düzlüğe çıkamaz!
Onun için; Türk milliyetçiliğinin kökündeki halkçı ve devrimci damarı yeniden ortaya çıkarmak bugünün en elzem ihtiyacıdır!