‘İslâmcı’ iktidar-Hz. Ömer
Recep Tayyip Erdoğan, sık sık Hz. Ömer’in adaletinden, hakkaniyetinden bahseder(di). Uzun zamandır Hz. Ömer’in adı dilinde yok. Acaba, hadsiz hesapsız adaletsizlikler, boşu boşuna hapis yatan “kin” kurbanları hatırlatılır, diye mi, Hz. Ömer’in icraatından, adaletinden bahsetmiyor?!
Faiz meselesinde “Nas var. Sana bana ne oluyor.” diyen parti lideri, aslında nasıl bir idare istediğini de ortaya koymuş oluyor. “Sana bana ne oluyor.” sözünün manası, “Hak böyle buyurmuş. Biz değiştiremeyiz.” demektir. Ama yine kendisi değiştirdi, değiştirmek mecburiyetinde kaldı. Demek ki, bin yıl öncesinin şartlarında ortaya konmuş kaynaklarına girip böyledir, denmemeli, zamanımızda dinî meselelere kafa yoranlar dinlenmeli.
Cumhurbaşkanlığı sitesinden aktardığım 27.02.215 tarihli haberde, R. T. Erdoğan’ın “Cumhurbaşkanlığı Sarayı”da valilere verdiği yemekte yaptığı konuşmada “Hz. Ömer” vurgusu dikkat çekiyor.
Bir dikkat çeken husus da haberde “Cumhurbaşkanlığı Sarayı” ifadesinin kullanılması. Şimdi “Saray” deyince bozuluyorlar. Herhâlde o sıra “külliye” akıllarına gelmemiş, “saray” demişler. Sonra Saray bahçesine cami ve kütüphane yapılınca, birileri “külliye”yi hatırlatmış olmalı. (Yine de “külliye” denemez. Daha önce “külliye”ye dair ayrıntılı yazmıştım.)
Mustafa Kemal ve R. T. Erdoğan’a gelene kadar, cumhurbaşkanları Çankaya Köşkü’nde ikamet ettiler. “Köşk”, “saray”dan bir derece aşağı. R. T. Erdoğan’a “saray” yakışır elbette. Ama yine tevazuyu elden bırakmıyor, İstanbul’a gidince Dolmabahçe Sarayı’daki ofisini değil; özenle onarttığı “Vahdettin Köşkü”nü tercih ediyor. Bu tercihte de yine bir ince hesap var. Vahîdettin’i halkın beyninde deveran ettirmek, cumhuriyeti kuranların, ısrarla Vahîdettin adının başına getirdikleri “hain” sıfatını silmek.
“Vahdettin Sarayı” da denebilirdi. Ama sarayda oturacak tek kişi vardı o da Vahîdettin’di. Onun hatırasına tazimle “saray” yine ona bırakılarak, “köşk” denmesi tercih edilmiş olmalı!
Cumhurbaşkanlığı sitesindeki o haberde Reis Beyimiz, valilere Hz. Ömer örneğini veriyor:
“Milletin içinde olmayan, milletin derdini bilmez. Bu millet bizim ailemiz raporlar, rakamlar, istatistikler, brifingler elbette önemli. Ama bunların hiçbiri, insanlarla bizzat sokakta, işyerlerinde, evlerinde yaptığınız sohbetlerin, gözlemlerin, tespitlerin sahiciliğini, derinliğini size sunamaz. Her valimiz, kendi şehrinin Hazreti Ömer’i olmalıdır. Devletin soğuk yüzünü, demir yumruğunu değil; sıcak elini, gülen yüzünü, şefkatli kollarını temsil etmelisiniz.”
Ben, üzerinde çalıştığım İbn Haldun’un Mukaddime’sinden Hz. Ömer’le ilgili bir başka örnek vereceğim ki, bu örnek, belediye başkan adaylarını çok yakından ilgilendiriyor. Bahsettiğim örnek, 2. cildin “Sekizinci Bölüm”ünde “İslâm ümmetindeki binalar kendi kudretine ve kendisinden önce hüküm süren devletlere kıyasla azlığına dair” başlığı altında yer alıyor:
“Hz. Ömer’den Kûfe şehrinde taştan evler yapmak üzere izin istendiğinde Hz. Ömer onlara: “Taştan evler bina ediniz; fakat kimse üç odadan fazla büyük ev yapmasın. Sünnetten ayrılmazsanız devlet sizin elinizde kalır.” dedikten sonra, gelen heyetlere tavsiyelerde bulundu. Evlerini gerekli miktardan fazla yüksek bina etmemelerini tavsiye etti. Heyet, Hz. Ömer’den bunu açıklamasını istediklerinde o: ‘Sizi israfa yaklaştırmayacak ve itidalden uzaklaştırmayacak kadar yapmak.’ diye cevap verdi.”
Hz. Ömer’den örnek çok. Bu örnekler, “İslâmcı” iktidarla ne kadar örtüşüyor? Yeri geldikçe bahsedeceğiz.