İktidarın ve halkın gerçeği

İktidarın stratejisi şu: Ne kadar sorunsuz alan varsa sorunlu hale getir, gündemi bununla meşgul et ve taraflarına rağmen kendi bildiğini oku.

Barolar bu stratejinin son örneği.

Öncesinde Ayasofya'nın cami yapılması meselesi vardı.

Daha öncesinde muhalif belediyelere yasak getirme eylemi içindeydiler.

Bu listeyi artırabiliriz. Ancak bütün bunlar siyasi alanı çalkalarken asıl gerçeklik yerinde duruyor.

Nedir o?

Herkesin evinde, cebinde, her gün her an yanında hissettiği ekonomik gerçek.

İşsizlik.

Hayat pahalılığı.

Virüs dolayısı ile esnafın işlerindeki bozulma.

Tarımda yaşanan daralma.

Ve elbette Türkiye ekonomisinin dibindeki büyük delik: Yabancı nüfus gerçeği. Neredeyse küçük bir ülke nüfusunu içimize almışız bakıyoruz. Kimi uzmanlara göre sayısı 7 milyonu geçen yabancı nüfusun Türkiye ekonomisi üzerinde oluşturduğu baskı küçümsenecek nitelikte değil. Söz konusu nüfusun bir diğer yükü ise Türkiye'deki ana toplumsal yapıya yaptığı etki. Kendi ülkemizin nüfus yapısını lehine değil aleyhine olacak şekilde bozmakla meşgulüz ve bunun gerekçelerini dine dayandırarak köy komşuluğa indirgiyoruz.

Asıl gerçekliğin yerini yapay gerçekliler aldığı için, batmakta olan teknesindeki gerçeği yok sayarak müzik dinleyen taka reisi gibiyiz. "Batıyoruz" dedikçe o müziğin sesini açıyor.

Türkiye'nin acil durum sinyali veren ve bir an evvel çözüm bekleyen sorunları varken "Çoklu baro" meselesini meclise taşırsan olacaklar şimdiden bellidir. Bunu anlamak için çok zeki olmaya gerek yok.

Halk, "açım" diyor, iktidar; "böyle baro sistemi olmaz" diyor.

Halk, "işsizim" diyor, iktidar "kıdem tazminatlarını düzenleyelim, sizi toplu para alamaz hale getirelim" diyor.

Halk, "cebimizdeki para yetmiyor, çarşıya pazara çıkamıyoruz" diyor, iktidar, "Bu ekonomik süreçte büyüdük" diyor.

Halk, "tarım yapamaz hale geldik. Her şey ateş pahası" diyor, iktidar; "tarımda en iyi seviyeye geldik" diyor..

Kısacası benim ülkemde; iki gerçeklik var. Biri, halkın yaşadığı, üzerinde hissettiği temel gerçeklik; diğeri, iktidarın "o da neymiş" deyip ortaya koyduğu kendi gerçeği.

Bunların paralelinde gelişen gerçeklikler ise, mesela sosyal medya özgürlüğüne yapılan müdahaleler.

Mesela, gazetecilerin uyduruk bahanelerle tutuklanması.

Mesela, Halk Tv, Tele-1 gibi yayınlara "Diyaneti niye eleştirdin, Abdülhamit'e nasıl böyle söylersin" mantığından hareketle ceza verilmesi gibi.

Halbuki sosyal medyada küfür edenler, hakaret cümleleri kuranlar için ceza yasası yeterli. Uygularsınız olur biter.

TV'ler için de yasalar var.

Asılsız ise tekzip edersiniz.

İftira, hakaret, kamu düzenini bozma gibi suçlarla ilgiliyse gene yürürlükte yasalar var onları uygularsınız, ama eleştiri hakkını kullanan birinin eleştirisi sizin hoşunuza gitmedi diye yayın organını 5 gün kapatmazsınız.

Niye?

Çünkü o kanalın ve yayının bütün programları ve programcıları suç işlemiyor ki. Kurumsal bir suç mu işleniyor ki, topluca bütün kanalı kapatıyorsunuz?

Uzatmayalım.

2020'li yıllarda Türkiye gerçeği bu.

Bir yanda halk ve bir yanda iktidar. Faturası seçimde belli olacak.

Yazarın Diğer Yazıları