Hurafeler ve insanlar

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yayınladığı “Diyanet” dergisi Ramazan’a denk gelen son sayısında “selâm” tema’sını işlemiş. Bu, Diyanet’in Ramazan’da işleyeceği ana tema imiş.
Ayrıştırıcı, bölücü, zihin bulandırıcı zihniyetlerin cırtlak seslerini, “birileri” gibi hiç ciddiye almıyorum. Güya Türkiye’de yaşayan “halklar”ın dilinden “selâm” verilmemiş de bütün başka dillerden “selâm” verilmiş. Türkiye’de yaşayan bütün insanların anlaşma vasıtası bir “dil” dir. Hiçbir ülkede de başkası düşünülemez. Her ülkenin ortak dili “bir” dir.
Eğer birileri cırtlak ve çatlak ses çıkarıyorsa bilin ki, niyeti kötüdür ve bilin ki niyeti bozgunculuktur ve bilin ki niyeti insanlarımızı birbirine düşürmektir!
Diyanet İşleri Başkanlığı’nı son derece önemsiyorum. Mustafa Kemal’in Diyanet İşleri Başkanlığı’nı “devlet”in bir müessesesi olarak kurması en isabetli kararlarından biridir. Gerçi, dönemin hassasiyeti itibarıyla, “dinî” bir müesseseyi ister istemez “devlet”e (yani kendisine) bağlayacaktı; ancak, özellikle “padişahlığı” özleyenlere hatırlatayım, Yeni Türkiye’den önceki dönemde de “meşihat makamı”nın padişahın riyaseti tahtında olmadığını söylemek mümkün değildir.
Bu tartışmalar uzun... Asıl konumuza gelelim.

***

Diyanet’in başındaki en büyük belâ “hurafecilik” tir... Bırakın “selâm”ı şunu bunu... Herkes “selâm” ister, barış ister... Selâmet ister, huzur ister...
İnsanlarımızın yapmamaları gerektiği şeyler üzerinde ne kadar duruluyor? Ramazan ayında daha çok hurafeyle mücadele edilmelidir.
Diyanet’in geniş imkân ve uzun koluyla uğraşacağı alan hurafeye batmış cemiyeti uyandırmaktır.
Ramazan gelince “Oruç Baba” teraneleri başlıyor... Yine ellerde sirkeler, şekerler, dilekler... İnsanlar “Oruç Baba Türbesi” dedikleri yere koşuyor. Televizyon kanallarımız da, dilek dileyenler, dilekleri kabul olunanlar(!) şükür için Oruç Baba’ya koştu, diye yayın yapıyorlar. Her yıl değişmeyen sahne...
“Oruç Baba Türbesi” dedikleri yerde kim yatıyor bilmiyoruz. (Belki müzip biri çok önce çevrelemiş, “Oruç Baba Türbesi” diye yaymıştır. Böyle müzipliğin örnekleri çok!), “Kişi” den medet umulmayacağını, kabirlerde dilekte bulunulmayacağını, şu “bilgi” çağında insanlar hâlâ idrak edemiyorsa, “Diyanet” kendisinde eksiklik aramalı mı, aramamalı mı?

***

Geçen gün, Adıyaman’da bir köyde, bir imam (muhtemelen Diyanet’e bağlıdır) bir “İslâm şehidi”ni rüyasında görmüş, “İslâm şehidi”, hem “Arap”mış, hem ismi “Nurullah”mış. Şehit uzakta da değil, imamın oturduğu evin temelinde yatıyormuş. Köylüler imama inanmışlar ve temeli kazmışlar... Tabiî hiçbir şey yok... ( “Rüya-ı sâdıka” meselesine girmeyelim.)
Şimdi Diyanet’e soruyorum, İmam saf biri olamaz mı? Ya psikolojisi bozuksa? Araştırılmış mı, kimdir nedir, diye... Bu tür davranışların çok tehlikeli sonuçları da vardır.
Yarın bizzat Diyanet’in “Yaşayan Hurafeler” kitabından, “şeyh” tiplerinden bahsedeceğim.

Yazarın Diğer Yazıları