Ermeni probleminin öncesi
Ak Partinin içinde gerçekten art niyetsiz yetkin isimler var; ancak, PKK fikirlerini dillendirenler kadar cesur değiller; sinmişler. Bu yetkin isimler, korkuyu yenmelidirler. Öncelikle; Şark Meselesinin ortaya atıldığı 1815 Viyana Kongresini, ülkede başka milletlere büyük imtiyazlar tanıyan 1878 Berlin Antlaşmasını ve 20 Ağustos 1920de masaya konan Türkiyenin yok oluş belgesi Sevr metnini ana hatlarıyla özetleyip Recep T. Erdoğanın önüne getirsinler. R. T. Erdoğan, Batının bütün planının Türkü yok etme üzerine kurulu olduğunu görecektir. Başka milletler gitti. Azınlıklar meselesi belli bir çerçeveye oturtuldu; hatta Misak-ı Millî içine sıkıştırılmış Türkiyede gayrimüslim meselesi bitti; olanlar ise problem hâline getirilecek sayıda değiller! Bundan sonra Türk bünyesindeki etnisiteler ayrıştırılmalıdır; meşrep ve mezhep farkları derinleştirilmelidir. Posası çıkmış Türkün bir üflemelik canı kalır! Sen sağ ben selâmet; Şark Meselesi böylece neticeye bağlanır!***Bu ikazın ardından dün bahsettiğim Zarifinin hatıralarında anlattığı 1890lı yıllardaki Ermenilerle yaşanan derin probleme gelebiliriz. Çok önemli. Yorgo L. Zarifi gördüklerini, duyduklarını ve hissettiklerini Ermeni katliamı başlığı altında verir: Bir dizi kanlı olay 1896 yılının yazına damgasını vurdu. Bunları anlatmaya çalışacağım. 1878de imzalanan Berlin Barış Antlaşması, Türkiyeyi Ermeniler için birtakım düzenlemeler yapmaya zorlamıştır.Fakat yıllar geçiyor ve Türkler hiçbir şey yapmıyorlardı. Ermenileri içlerindeki düşman olarak kabul ediyorlardı, özellikle de Rus sınırı yakınlarında yoğun bir şekilde yaşayan Ermeni nüfusunu. Planları, Avrupalıların ikiye bölünmüş menfaatlerinin ellerini serbest bırakacağı durumdan yararlanarak, onları yavaş yavaş yok etmekti.Türkiyenin her bir şehrinde Ermeniler yaşıyordu. Kiliseleri ise, bizim de sahip olduğumuz ayrıcalıklara sahipti. Ermeniler çalışkan, dürüst, kendi hallerinde insanlardı. Polide [İstanbul] halk her türlü zor işi Ermenilere verirdi. Tüm işyerlerinin bekçileri Ermeniydi. Sedyeciler ve hamallar da öyle. Bir Ermeni sırtının taşıyacağı ağırlık inanılmazdı.Hiç kimseye dokunmamalarına rağmen, Ermeniler, Anadolunun iç kısımlarında soydaşlarının kovulduğunu ve katledildiğini öğrendiklerinde öfkeleniyorlardı.Yurtdışında yaşayan Ermeniler, komiteler halinde teşkilatlanıyorlar, para topluyorlar, silah satın alıyorlar ve yabancı kamuoyunu harekete geçirmeye çalışıyorlardı. Milli duygularını güçlendirmek için ise Türkiyenin içinde risaleler dağıtıyorlardı.Bu tür faaliyetleri duyan Sultanın [Abdülhamid] her seferinde kaygısı artıyordu. Avrupalıların farkına varmamaları umuduyla, uzak yerlerde yeni imhalar için emir veriyordu. Fakat çoğu kez bunlar gizli kalmıyor ve her yeni vahşi ve kanlı vuruşma, bir büyükelçinin olaya müdahale etmesine sebebiyet veriyordu. Zarifi sonra, İstanbulda kurulan bir komiteyi ve bu komitenin dışarıdan gizlice bomba ve başka silâhlar getirdiğini, 300 kişiyle Osmanlı Bankasını bastığını anlatır. Bu baskın meselesini her yerde bulur okursunuz. Zarifi, Ermeni grubun isteklerini anlatmıştır, o farklı işte... (Devam edecek.)