Ekonomide çifte kriz derinleşecek!
Türkiye daha önce yaşadığı krizlerde en fazla bir yıl acı çeker, daha sonra V şeklinde bir toparlanma ile ekonomisini hızlı bir şekilde düzeltirdi. Günümüzde ise sanayi yerine ticarette, milli üretim yerine ithalatta, teknoloji yerine inşaatta ısrar ettiği için ekonomiyi bir türlü düzeltemiyor. İşin kötü tarafı dış politikada yaptığı hatalar da dönüp pazar ve yatırımcı kayıpları ile ekonomiyi vurmaya devam ediyor.
Ekonomide üretim ve tüketim faaliyetlerini zorlaştıran iki ana kriz durumu var. Bunlardan birincisi 'döviz kuru', ikincisi 'firma/hane halkı borçluluk seviyesi'ndeki artışlar. 7,50 üzerini de test etmeye başlayan dolar/TL'nin önlenemeyen yükselişi ile firma maliyetlerimiz dış girdi bağı kaynaklı artmaya devam ediyor. Bu maliyetlerle başa çıkmak için ise firmalar bankalardan kredi alıyorlar. Bankalar ise firmalara verdikleri kredileri ulusal tasarruflar yetersiz olduğu için yurtdışından temin ediyorlar.
Bu noktada dönüp Merkez Bankası'nın açıkladığı 'Temmuz 2020 Kısa Vadeli Borç İstatistikleri'ne bakalım: "Temmuz sonu itibarıyla, kısa vadeli dış borç stoku, 2019 yıl sonuna göre % 4,2 oranında artışla 128,4 milyar ABD doları olarak gerçekleşmiştir. Borçlu bazında incelendiğinde, tamamı kamu bankalarından oluşan kamu sektörünün kısa vadeli borcu 2019 yıl sonuna göre % 9,6 oranında artarak 27,4 milyar ABD doları olmuştur."
128 milyar dolar borcun tamamı devlete ait değildir. Ancak rezervleri 'swap' yani takas yolu ile alınan borçlar düştüğünde eksiye dönen bir ülke için bu borç rakamı oldukça önemlidir. İster özel ister kamu borcu olsun, ödeme zamanı gelip çattığında yaşadığımız kur sorununun daha da derinleşeceğini söyleyebiliriz.
Diğer bir nokta da şu, Moody's geçen hafta sonu Türkiye'nin kredi notunu düşürmesini takiben 13 Türk bankasının da notlarını düşürdü. Bu durum bankalarımızın yurtdışına çıktıklarında bulacakları 'sendikasyon kredilerinde' faiz yükünü artıracak.
Türkiye'de tasarruflar yetmediği için bankalar ülkede kredi dağıtmak için dışarıdan 'sendikasyon kredisi' denilen sermaye kaynaklarına yönelirler. Yani borç alırlar. Bu paranın faiz maliyeti de ülke ve banka notları ile yakından ilgilidir. Notun düşmesi ülkede risklerin arttığı anlamına geleceği için faiz yükü de artar, bu da içeride vatandaşa yansır.
Zehirli hatalar sarmalı!
İşin özeti, yanlış ekonomi politikası rezervleri eritip, üretimi durdurmuş, kuru yukarı çekip tekrar tekrar ekonomiyi zehirleyecek hatalar sarmalına neden olmuştur. Bu durum ise kredi notunu düşürmüş, düşen not faiz maliyetlerini artırma tehlikesini doğurmuştur. Yani yine düşen yatırımlar ve yükselen fiyatlar bir Türkiye klasiği olacaktır.
Hane halkları ise küçülen firmalardan 'işsizlik' bedelini ödeyerek nasibini almaktadır. İşsizlik ise gelirleri düşürmekte, vatandaşı borca mahkum kılmaktadır. Türkiye Bankalar Birliği Risk Merkezi'nin son verileri bu konuda bize ışık tutuyor. İşte rapordan bazı kesitler: "Bireysel kredi müşterilerinin sayısı 2019 Temmuz'da 31,3 milyon kişi iken, 2020 Temmuz'da 33,4 milyon kişiye yükseldi. İlk defa ihtiyaç kredisi kullanan tüketicilerin sayısı 2019 Temmuz'da 105 bin kişiyken, 2020 Temmuz'da 392 bin kişiye ulaştı. Aynı dönem aralığında bankalara olan ihtiyaç kredisi borçları da 220,9 milyar TL'den 365,8 milyar TL'ye yükseldi."
Raporun özeti geliri azalan vatandaşın yaşamak için borç aldığını gösteriyor. Ama esas sıkıntılı taraf alınan borçlar da değil. Kur böyle artarken imalat sanayi daralmaya devam ediyor. Daralan sanayi iş imkanları sunamıyor. Peki vatandaş işsizken ya da en iyi ihtimalle geliri artmıyorken bu borcu nasıl ödeyecek?
Neticede kurdaki ve borçluluk seviyesindeki artışlar Türk ekonomisini oldukça karanlık ve karışık bir döneme sokmaya başladı. Algı ve rakam oyunları, dış siyaset naraları piyasada hane halkı ve firma sahiplerinin yaşadığı acıyı unutturmuyor. Üstelik duyulan acı her geçen gün artıyor.