Diyanet’in dolaydan net cevabı
Dr. Necdet Subaşı, Diyanet İşleri Başkanlığı Strateji Geliştirme Başkanıdır. Makamı itibarıyla Diyanet İşleri Başkanlığı adına konuşabilir.
İlâhiyat fakültesi mezunudur ve “Türk Aydınının Din Anlayışı” konulu doktora tezi yayınlanmıştır. Alevîlik üzerine de kitabı vardır.
AKP’nin “açılım” furyasında ona “Alevî açılımı” koordinatörlüğü verilmiş, oradan Diyanet İşleri Başkanlığına atlamıştır.
“Türk Aydınının Din Anlayışı” gibi çok önemli bir çalışmada, “entel” demeyeyim de “üst kültür” görüntüsüyle, konuları zaman zaman çetrefilli hâle getirse de, bu çetrefilliğin zaman içinde ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz!
Şimdi bir mesul kişi olarak son derece dikkatli konuşması lâzımdır. Lâfı dolandırsa dahi, sonucu, okuyan insan hemen tayin edebilmeli ama tayin ederken de küsmece darılmaca olmamalıdır!
Yakın zamanda bir mülâkatı yayınlandı. Muhabir ısrarla cemevlerinin ibadethane olup olmadığının cevabını almak istiyor.
Dr. Necdet Subaşı, ustaca, meseleyi kendi çizgisine getiriyor:
“-Biz kurum olarak toplumda kendini Müslüman olarak gören tüm gruplara karşı anayasada verilen görevler doğrultusunda hizmet etmek zorundayız. Bu konuda ne Alevîlerin, ne Sünnilerin ne de başka unsurların kenarda kalması söz konusu değil. Doğal olarak ’Alevîler Diyanet’in verdiği hizmeti istiyor mu?’ diye soracaksınız....”
“-Diyanet İşleri Başkanlığı’nın daha kurulduğu 1924 yılından itibaren toplumu din, yani İslâm konusunda aydınlatmak ve onlarla ilgili, meselâ ibadetleri yönetmek gibi bir görevi var.”
“-Alevîler cemevlerinin ibadethane olduğunun devlet tarafından da tescil edilmesini istiyor. Devlet de bu tescilin yapılması için sorumluluğu Diyanet İşleri Başkanlığı’na aktarıyor. Ortalama bütün ilâhiyatçılar ve Diyanet İşleri Başkanlığı içinde yer alan tüm oluşumlar İslâm’ın temsili makamı, ibadethane mekânı olarak camiyi görüyorlar. Böyle bir algı çok yaygın ve kabul görmüş.” “-Cemevlerinin statüsüyle ilgili çalışmak üzere iki yıl önce bir komisyon kuruldu, o komisyon seçeneklerini bize sundu. Bu kategorilerin hepsi zorunlu olarak Tekke ve Zaviyeler Kanunu ile ilişkilendiriliyor. Bu konunun Devrim Kanunları’na dokunan tarafı var.”
Muhabir burada can alıcı bir soru soruyor:
“Bir merkezin ibadethane olup olmama konusundaki karar mercii Diyanet olmasa da o inancın mensupları olsa daha uygun olmaz mı sizce?”
Diyanet’i temsilen konuşan Dr. Subaşı yine çok dikkatli bir dil kullanıyor:
“-Âfakî şeyler üzerine konuşmak hepimizi zora sokacak bir sonuç ortaya koyabilir. Diyanet ‘Alevîlik bir İslâm yorumudur’ diyor. Her Alevî İslâm’ın üst yorumu konusunda genel çoğunlukla aynı düşüncededir. İslâm, Allah, Peygamber, Kur’ân, sünnet gibi temel referanslar konusunda hiçbir kuşku duyurucu şey yoktur ve Müslümanların ibadethane olarak kabul ve tescil edilmiş mekânları camidir. Diyanet cemevlerinin Alevîlerin bütün inanç ve erkânlarını yerine getirebilecekleri bir mekân olarak tanımlanması konusunda herhangi bir kısıtlamaya sahip değil. Ama orayı bir ibadethane olarak tanımlamak şimdiki Diyanet İşleri Başkanlığı’nın onay vereceği bir şey değil. Çünkü ibadethane kavramı doğrudan o oluşumun çok farklı bir dini yapı içerisinde tanımlanmasına fırsat verici imalar taşıyor. Böyle bir İslâm’ın içinde bir bölünmüş alan. Bütün bunlara Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın izin vereceğini sanmıyorum. Bu, kanunlarda kurumsal olarak kendine verilen bir yetkiden kaynaklanıyor. Diyanet bu konular kendine sorulduğu sürece bunu böyle cevaplamaya devam edecek.”
“-Diyanet’in toplumun dini konusunda Kur’ân ve sünnetle belirlenmiş ihtiyaçları karşılamak gibi bir sorumluluğu var. Namaz ne zamandan beri Sünnîlikle eşleşmiş bir ibadettir? Yani Sünnîliğin pratiği midir namaz? Namaz Kur’ân ve sünnetin ön gördüğü bir ibadettir. İslâm’ın temel ibadetidir. Siz birtakım ibadetleri bir mezhep ile özdeşleştirirseniz bu tarafları karşılıklı olarak yaralar. Ben mesela Sünnî olduğum için mi namaz kılıyorum? Böyle bir şey söz konusu olabilir mi?” (Dr. Necdet Subaşı, “Cemevini ibadethane diye tescilleyemeyiz” (Mülâkat: Şenay Yıldız), Akşam, 11 Şubat 2012)
***
Dr. N. Subaşı, aslında her şeyi dolaydan net söylemiş; “Gidin camiye!” diyor!
“Gidin camiye!” demekle gidilmiyor.
Ben de ilk cemevine gidip durumu görünce (Dizi yazılarım yine bu gazetede yayınlanmıştır.) “Müslümanın ibadet yeri camidir” demiştim. Sonra meselenin daha derinine inince (kitabını da yazdım), öyle, Suudîler gibi eline değnek alıp “Yallah salâ!” denilemeyeceğini anladım.