Dinin kültür etkisi?
Prof. Dr. İskender Öksüz, “kültürel dindarlık” konumuz içinde, Yahya Kemal’in, “Geçen asrın başındaki sanatımızı, ‘naaş’ (ceset) olarak nitelendirdiği”ni hatırlatarak, ünlü şairden şu sözleri aktarır:
“Bu naaş yeni edebiyat devrinden evvel bir vücuttu, o vücudun bir ruhu vardı, o ruh bütün bir cemiyetti. İki şair bu cemiyetin ruhunu biri saraylarda inşadla, biri kahve köşelerinde sazla tekrar o cemiyete terennüm ediyordu... Söyleyenlerle dinleyenler bir nevidendiler. Şair bütün öteki sanatlara bağlıydı. Divanını yazıp bitirdikten sonra hattata veriyordu, hattat o divandan ta’lîk hattın son kıvraklığıyle bir sanat eseri daha yaratıyordu, mücellid deriden, sahtiyandan temasın bir hazzına daha misal gösteriyordu, müzehhib, gözleri arapkârî çizginin oyunlarıyle, zevkiyle bir daha kamaştırıyordu. Şairin divanındaki şarkıları bestekâr birer makamdan besteliyor, Boğaziçi yalılarını, Rumeli ve Anadolu’nun konaklarını neş’eden, hüzünden mestediyordu; gazellerini hanende Kâğıthane’nin ve Osmanlı ülkesinin Budin’den Mısır’a kadar, semasına yükseltiyordu; naatlerini naathan mevlidlerde okurken, bütün bir ümmet zevkinden: ’Allah!’ve ’Yâ Muhammed!’nidasıyle kubbeleri inletiyordu. Şaire, mimar, camilerinin, mescidlerinin, saraylarının, hanlarının, medreselerinin, çeşmelerinin, şadırvanlarının cephelerinde bir yer ayırıyordu. Taşçı kitâbe taşını kesiyor, hattat kitâbeyi yazıyor, hakkâk oyuyordu...”
İskender Bey, sözü İlber Ortaylı’nın tespitine getirir:
“İlber Ortaylı, sanatın ötesinde, dünya görüşü ve felsefesiyle ’Müslüman adam’tipini inceliyor ve bu ’tip’in İslâmiyet dünyasının tümünde daha eskilerde, Orta Çağ’dan sonra zayıfladığı ve nihayet çözüldüğü değerlendirmesini yapıyor. Buna karşılık ateistinden komünistine kadar ’Hıristiyan adam’, ’Yahudi adam’tipleri yaşamağa devam etmektedir. Yine pek farkında olmadığımız bir gerçek, son asırlarda, kültürdeki Müslümanlık adına ne varsa hemen tamamının veya en önemli bölümünün bize ait olduğudur. Bizde dinciler de, kategorik olarak dine muhalefet edenler de bunun farkında değildir. Duymaya alıştığımız ezanlar bize aittir. Hatta birçoğu Itrî’nin bestesidir. Taklitleri çoktur ama mevlid bize aittir. Kandiller bize aittir ve o hiç hoşlanmadığımız tarikatlar büyük çapta bize aittir. Bunların hemen tamamı, İran ve Arabistan gibi ülkelerde yasaktır.
Dinin kültüre bu güçlü etkisi sürerken ortaya çıkan şaşırtıcı bir özellik de bu etkinin katiyen dindarlarla, hattâ o dinin mensuplarıyla sınırlanmamasıdır. Gelb’i tanıdığım yıllarda, aynı ülkede, beni ‘Akşam şerifleriniz hayırlar olsun efendim’ diye karşılayan Rum tütüncü de aynı kültür çemberinden sesleniyordu. Ortaylı’nın belirttiği gibi, dindarından, ateistinden komünistine kadar bütün bir Hıristiyan âlemi bilerek veya bilmeyerek- ama çoğunlukla bilerek- Hıristiyan kültür çemberinde yaşadığı gibi, bizim insanımız, hattâ diaspora Rum ve Ermenimiz de bilerek veya bilmeyerek-maalesef çoğunlukla bilmeyerek- Müslüman kültür çemberinde, daha doğrusu Osmanlı-Türk kültür çemberindedir.”
(Yarın devam.)