Darbecilik hastalık mı?
İbrahim Metin’in “İhtilâlciler Hesaplaşıyor-Belgelerle 27 Mayıs-Ondörtler ve Dündar Taşer” adlı kitabını haber vermiştim ve İbrahim Metin Bey’in sunuştaki şu cümlesi üzerinde özellikle durmuştum: “Durup dururken birtakım insanlar neden sonu ipe kadar gidecek bir harekâta cesaret etmektedirler?”
Bu cümleyi şunun için vurgulamıştım: Darbecileri anlamak... Bu, çok karmaşık meseledir. Latin Amerika, Orta Doğu ve Afrika’daki darbeler, “Sen kalk ben oturacağım” misalidir ama Türkiye’de, Abdülaziz’e kadar uzandığınızda, öyle görünmüyor.
Darbeler üzerinde dururken çok dikkatli olunmalıdır. Bunu şunun için diyorum:
TBMM’de Darbeleri Araştırma Komisyonu (DAK), darbelerin içinde bulunmuşları, fayda ve zarar görmüşleri dinliyor. Sonunda ne yapacaklarını bilmiyorum ama bu sadece milletvekillerinin dinleyerek anlayacakları bir mesele olmanın çok ötesindedir. Tarihçiler, sosyologlar, psikologların, hiçbir ideolojik saplantı içinde olmaksızın peşin hükümsüz, bu araştırmaya dâhil edilmeleri gerekir.
Dündar Seyhan çok ateşli bir darbeciydi. 27 Mayıs darbesine giden yolda öncü taşlardandı. Onun “darbe inancı” bir tarafa kaydedilmelidir:
“O zaman, Atatürk devrimlerinin hızını kaybetmesi, olduğu yerde durması karşısında, içinde bulunulan sistem ve idareye güvenini yitirmeye yüz tutmuş Atatürkçüler, bir de devrimlerin geriye gidiş zihniyet ve fiiliyatına şahit olmaya başlayınca, neye, kime tutunacağını şaşırmış ve hayret dolu bir duruma düşmüşlerdi. Türkiye semalarında gürül gürül kendi öz dilimizle okunan ezanın yeniden Arapçaya çevrilmesi, geriye gidiş hareketinin ilk ifadesi olarak, Atatürkçülerin bünyesini kökünden sarsmıştı.” (Gölgedeki Adam’dan aktaran İbrahim Metin, İhtilâlciler Hesaplaşıyor, s. 41).
***
28 Şubat örtülü darbesinin birinci kişisi İ. Hakkı Karadayı DAK’ta ne demişti: “Türkçe ezan ne güzeldi, okununca herkes ne dediğini anlıyordu... Menderes’in bunu değiştirmesi en önemli hatalarından birisi oldu.”
Darbe mağduru Demokrat Parti milletvekillerini, Ankara’da, Tunus Caddesi’ndeki Köprülü Apartmanı’nda birçok defa dinlemiştim ve yazmıştım. Buna şimdi girmeyeceğim.
28 Şubat’tan zarar görmüş bir kalemin yazdıklarını buraya alacağım:
“400 km.lik yolu -lateşbih Türklüğün haccı gibi- kat ederken milliyet adına kendini dinlemeyi, kimliğin kökenlerini tefekkür etmeyi ve o çağdan bugüne yaşananların muhasebesini yapmayı herkese hararetle tavsiye ederim... Her Türk, ömründe bir kez olsun Orhun Abideleri’ni görmeli.” (İskender Pala, “Kültigin’in huzurunda”, Zaman, 10 Temmuz 2012).
Yer darlığından ayrıntıları vermiyorum. Türkçe ezan okunsun diyenlerin “darbe”sini yemiş ünlü yazar “Türklüğü” bir “iman” derecesinde görürken (aynı fikirdeyim), ezan-ı aslîye dokunulmasını da asla düşünemez.
İki darbeci “Türklük” adına ezan Türkçe olmalı diyor, belki de.
İki örneği seçmemin sebebini anladınız mı? Birbirine zıt iki dünyayı tahlil etmeden darbelerin anatomisini çıkartmak mümkün değildir.