'Dağda kar üşür'

İlk gençliğimizin heyecan dalgasında Abdurrahim Karakoç’un ayrı bir yeri vardır. İlk karşılaştığım şiiri heyecan dalgamızı boraya çevirmeye yetmişti: Çarpıcı, sarsıcı bir o kadar uyarıcı ve bir o kadar düşündürücü idi. Cilt cilt kitaplarla anlatılan bir meseleyi mısralarıyla en veciz şekilde kafamıza dank ettirmişti. Lisedeydik, Genç Ülkücüler Teşkilâtının duvarında asılıydı bu şiir... Döne döne okurduk:
“Bilir misin gardaş Türk illerinde / Havada yıldızlar dağda kar üşür / Tutsak soydaşların türkülerinde / Dört mevsim ötede bir bahar üşür // Ezanlar buz tutmuş minarelerde / Yaylalar dermiş ki töremiz nerde / Yolların hasretle bittiği yerde / Her dağ yamacında bir mezar üşür // Ses verir aktıkça ağlarcasına / Göl olur gözyaşı gönül tasına / Her sabah kuşların uyanmasına / Her köyün bağrında bir pınar üşür // Kara pas bağlamış ozan dilleri / Ayıya in olmuş Bozkurt illeri / Ulu Tanrısına açmış kolları / Kökü Türklük olan bir çınar üşür”.
12 Eylül öncesinde, Ankara’da öğrenci idik, sık sık geceler düzenlenirdi... Koca spor salonu dopdolu olurdu. Binlerin hemen hepsi öğrenci idi ve ertesi günü kimi elinde tutuğu okulunu nasıl koruyacak, kimi, giremediği okuluna nasıl gidecek, onun düşüncesini bir tarafa bırakır, coştukca coşardı. Kurşunlanacak mı? Aklına bile getirmezdi. “Savaş” kanıksanmıştı ve tabiî bir hâldi.
O gecelerde Abdurrahim Karakoç’u hatırlıyorum. İnce uzun bir silüet... Mikrofona geçer, şiir okurdu. Bir de aklımda kalan Abdülvahap Kocaman’dır.

***

Abdurrahim Karakoç, saz çalmayan halk şairi idi.
Onda bir nükte, bir hiciv vardı her zaman, en gamlı şiirinde bile... Ama şiirinin ruhunda “ironi” saklıdır ve bunu size bilerek sezdirir. Şiirin “mana”sı da, gücü de budur bence!
Şair vardır ki, nesir ona yakışmaz; nâsir vardır ki, şiir ona yakışmaz.
Abdurrahim Karakoç keşke hep “şair” kalsaydı; sadece “hepimiz”in, “millî ruh”un, “hayatımız”ın şairi olarak kalsaydı.
Abdurrahim Karakoç’un şiiri o kadar güçlü ki, 20. yüzyıldan 21. yüzyıla geçmiş belki en büyük iki şairden biri odur.
İkincisi kim diyeceksiniz? İkincisi iki yaş büyüğü ağabeyi Bahattin Karakoç’tur. (Ailece şairler. Dört kardeşin de edebiyat tarihinde ayrı yeri olacaktır.) Bahattin Karakoç’un özelliği daha farklıdır. (Bir başka Karakoç: Sezaî Karakoç... “İkinci Yeni”nin belli başlı ismi ama “Şair desem mi?” diye çok düşünmüşümdür. O bir mütefekkir ve sancılı bir mütefekkir... Fikrini kesik ve bazen secili cümlelerle anlatan, meselelere kafa yoran, üreten bir “nâsir” !)
Abdurrahim Karakoç “nâsir” olarak ne kadar iz bırakabilir? Bunu tartışmayacağım.
Ama benim için o hep şairdir; “şair” olarak yaşadı ve “şair” olarak hayata veda etti..
Onsuz “şiir” artık yetimdir.
Şimdi gönlümüz buz tutar; yüreğimiz üşür, ruhumuz üşür, benliğimiz üşür.

Yazarın Diğer Yazıları