Çok şükür kötü günler geride kaldı!
Yazımızın başlığını geçtiğimiz yıl sosyal medyada yapılan bir röportajdan aldık. Mikrofon vatandaşımıza doğrultuluyor ve ülkenin durumu soruluyor. Verilen cevaptaki nokta atışını yüzlerce sayfa raporla, yazıyla, konuşmayla sağlamanız mümkün değil. “Çok şükür kötü günler geride kaldı, sırada daha kötüleri var!”
Bu yazıyı kaleme alırken Türkiye ‘Müjde’yi konuşuyordu. Kader değiştirecek, o büyük müjdeyi. Siz bu kelimeleri okurken kuvvetle ihtimal ‘Müjde’ Cuma namazı sonrası açıklanmış olur. Tahminler Karadeniz’de doğal gaz rezervinin bulunduğuna dair. Ayrıca Akdeniz’den de böyle bir haber gelmesi sürpriz olmaz deniliyor. Üstüne bir de Ruslarla ortak Covid aşısı üretimi de gündeme gelebilir.
‘Müjde’ ile ilgili iki konuyu dikkatlerinize sunmak isterim:
1-Ayasofya, buzdolabı, Kemal Reis’in Yunan Limnos savaş gemisini yaralaması, gaz müjdesi gibi sosyal dalgalanma yaratan bütün bu haberler; işsizliğin 10 milyona, brüt dış borcun 431 milyar dolara vurduğu, kurun deli gibi artmaya, özetle işlerin karıştığı dönemlere denk geliyor, neden acaba?
2-Diyelim ki ben çok şüpheciyim ve kaynak da gerçekten çok büyük. Peki Türkiye hayal ettiği bir Alman, Amerikan veya Güney Kore ekonomisinin gücüne erişir mi? Vatandaşların geliri artar mı?
Cevap bence hayır. Gerekçelerim ise şöyle:
Bulduğunuz gaz ya da petrolü mevcut piyasa fiyatına mal edecek misiniz? Yani çıkarma bedeli satış bedelinin altında kalacak mı?
Kaldı diyelim. Yani piyasada satabilirsiniz. Peki kaç yıla çıkacaktır? Bu sorunu da aştığımızı varsayalım, geldik en önemli soruna: ‘Hollanda hastalığı baş gösterir mi?’
1959 yılında Hollanda büyük doğal gaz rezervleri buldu. Bu gelişme ile birlikte ülkeye döviz yağmaya ve yerel para birimi kıymetlenmeye başladı. Bunun sonunda ülke ithalat cenneti haline geldi. Üretim durdu ve milli gelirde kayıplar görüldü. Bu duruma ‘Hollanda hastalığı’ diyoruz.
Diğer örnek Venezuela. Venezuela’da da petrol ile yerel para birimi kıymetlendi. Üretim durdu. Ülkeye yabancı mallar doldu taştı. Tarım dahil bütün üretim sekteye uğradı. Milyarlarca dolar iktidarla bağlantılı dev sosyal konut projelerine, üretimden uzak alanlara aktarıldı. İktidara yakın olanlar zenginleşti. ‘Devlet içindeki oligarklar’ petrol gelirlerini yağmaladı. Sonunda petrol fiyatları dramatik bir şekilde düşünce, gıda bile üretemeyen ülke kaosa girdi. Siyasi sorunlarla beraber bir bilinmezin içinde sürüklenmeye devam ediyor.
Son örnek ise Suudi Arabistan. Petrol zengini olarak bilinen ülkede oligarşinin kaynakları israf ve talan etmesi, halkın refah seviyesini düşürmüş, ülke borç alır hale gelmiştir.
Şimdi gelelim bize: Son yirmi yılda kaynakların nerelere transfer edildiği ortada değil mi? Dünyada gelir bölüşümü konusunda en kötü performans gösteren ülkelerden biriyiz. Keşfedilen gazdan geniş halk kitlelerinin pay alacağını mı sanıyorsunuz? O zaman soralım: Garanti paralar, ballı ihaleler, çifte maaşlar kime gitmiştir?
Eğer Türkiye Norveç olacaksa buna saygı duyarız. Norveç büyük enerji kaynaklarını keşfettikten sonra bütün geliri bir ‘Varlık Fonuna’ bıraktı. Böylece yandaşların enerji parasını yağmalamasını engelledi. Fon da Norveçli çocukların geleceği için parayı yatırımlarda kullanmaya başladı.
Gelelim başta sorduğum sorunun cevabına: Yani Türkiye gazla, petrolle, altınla ileri bir medeniyet düzeyine ulaşır mı?
Hayır! Çünkü medeniyet ve refah ancak üretimle, teknoloji geliştirmekle mümkündür. Refahın, havadan gelen parayla yükseleceğine ancak kısa yoldan köşe dönme hayali kuran rantçı insanlar inanır. Gerçek değişim ve kalıcı zenginlik, teknoloji içeren mallar üreterek olur. Bu da eğitimle, bilgi ile fark yaratarak, verimli, rekabetçi firmaların çalışması, ihracatı ile mümkündür.
Büyük Türk milletine gaz, petrol hayallerine sarılmak değil; eğitim reformunu yaparak katma değerli malları üretme amacı yakışır.