Branş de lö söchim
Sadece yoksun kaldığında takdir etmeye başlıyorsun. Bir şeyi kaybetmeden onun kıymeti anlaşılamıyor. Elimizdekilere sahip çıkarak, onların kıymetini ve değerini bilerek galibiyet kazanabiliriz.
Hayatı keyifle yaşamak, yaşayabilmek en büyük başarı.
İnsan olarak bin bir kabiliyet, yeti ve kapasite ile dünyaya geliyoruz. Bunların çoğu yaşam içerisindeki kurallar, kaideler ve standart eğitim sistemi sebebiyle kayboluyor.
Kişisel yetenekler göz önünde bulundurulmadan, her birey aynı öğretime tabi tutuluyor. Bu sebepledir ki, insanlar mevcut yeteneklerini geliştirmek şöyle dursun, sahip olduğu kişisel becerilerini kaybedebiliyor. İlgi duymadığı konularda emek verip, çaba sarf etmek zorunda kalıyor. Hatta bazen özgüvenini yitiriyor.
Annem bana; “Yeteneklerinin kıymetini bil, yoksa tahmin etmediğin şekilde seni terk ederler.” derdi. Ben de içimden düşünürdüm; “Yetenek yetenektir, beni neden terk etsin ki?”
Yetenek pratik ile süslenmeli. Yani başarılı olduğun alanda emek vermen lazım. Sebat etmen lazım. Bir kere, nede başarılı olduğunu bilirsen, o konunun üzerine eğilebilirsin. Üstüne eğilmek derken, mevcut olan becerilerini arttırabilmek için verilecek emek ve zamandan bahsediyorum. Sen ne kadar yetenekli olursan ol, o konuda senden daha fazla mesai yapan başka biri seni geçebilir. Ama eğer sen, yeteneklerinin farkına varır ve o konuda çaba sarf edip, pratiğini arttırırsan istediği kadar çalışsın, senin önüne geçemez.
Ülkemizde ve bence bütün dünyada yapılan en acıklı hata insanların ilgi duymadıkları alanlarda eğitim almaları. Şöyle ki, ben matematikte başarısızım ama eğitim sistemi bana matematiği empoze ediyor. Sürekli kendimi yetersiz, başarısız, dolayısıyla özgüvensiz hissediyorum. Oysaki belki ezbere inanılmaz bir yatkınlığım var. Veyahut dil eğitimini çok çabuk kavrayabiliyorum. Ama matematikte başarılı olamadığım için, başarılı olduğum alanı artısını yüreğimde hissedemiyorum.
Özellikle de güzel sanatlara olan eğilim toplumsal bir şekilde hobi olarak değerlendiriliyor. “Şarkı türkü” diyorlar, aşağılanıp hor görüyorlar. Üst düzey eğitim beklentisi içerisinde olunuyor ve akademik başarı her zaman sanatsal başarıdan fazla saygı uyandırıyor. Ben ikisine de varım. Matematiksel veya fiziksel zihin yapısı olan insanlar o konuya iç huzuruyla yönelmeli. Olmayan da diğer konulara.
Benim hayalimdeki eğitim sistemi şu şekilde. Çocuk üç yaşında anaokuluna gidiyor. Farklı farklı pedagojik denetimden geçiyor. Bilirkişiler tarafından kişisel kabiliyetleri ve yatkınlıkları belirleniyor. Mekanik zekâsı mı var, sanatsal zekâsı mı var, matematiksel zekâsı mı var? Bunlar kayıt altına alınıyor. Ve çocuk daha anaokulundayken branşlaşıyor.
İkokulların sanat ilkokulları, sözel ilkokullar, matematiksel ilkokullar olarak ayrılabilmesi lazım. Ortaokul, lise demiyorum iyi okuyun! İmkân kısıtlılığından okul olarak ayıramasak da sınıf olarak ayırabilmeliyiz. Tabii ki bir temel eğitim verilecek. Ama sonrasında yatkın oldukları branşlar doğrultusunda ekstra eğitim alarak uzmanlaştırılacaklar. Çocuk sevdiği işi öğrenerek büyürken, aynı zamanda başarılı olacak, özgüveni gelişecek. Çalıştığı branşta olası en büyük performansı gösterecek.
Bireysel başarılar, toplumsal başarıyı getirir. Çocukluktan itibaren belli alana yönlendirilmek, eğitilmek değil uzmanlaşmak olur. Böylece de herkes sevdiği işi EN İYİ şekilde yapar.
Öyle bir hayatı düşünün. Herkesin sevdiği işi yaptığını. Matematiği sevmeyen insan muhasebeci, halkla ilişkileri sevmeyen insan politikacı, spordan hoşlanmayan çocuk beden eğitimi öğretmeni olursa ne olur? Bugün olur! Bugün bu var!
Hayatımızı değiştirmek için uğraşırsak, dünya da onunla birlikte değişir. Yozlaşmayı önlemek yetmez ve zaten mümkün de değil. Ama yozlaşan kısımları kesip atarsak elimizden geleni yapmış oluruz.
Dünya temelde değişime acizdir. Ama ben ümit varım…