Boğularak ölüyorlar.
İnsanlar, bilinçleri kapanıp, adım adım yavaş yavaş farkında olmadan ölmüyor.
Nasıl ölüyor?
Aklı başında, bilinci yerinde boğularak ölüyor.
Kötü bir ölüm.
Bizde bazı aklı evveller iyilik psikolojisi üzerinden yürüyor.
"Halkı korkutmayalım.."
Niye?
Panikler.
Panikleyecek tabi. Paniklemek, korku ve kaygı düzeyini artırır. Tamam, ama insanları da yönlendirir. "İnsanları sınır durumuna getirmeli" diyor, varoluşçu felsefe. Çünkü ancak o zaman insanlar, kendi özlerini geliştirmek için kararlı değişim yapabilirler.
Bazı şeyler sevgiyle, bazıları da korkuyla öğrenilir. Savaşın kötü şartlarını sevgiyle öğretemezsiniz. Kolerayı, vebayı, ölümcül her ne varsa bunların önemini sevgiyle öğretemezsin.
Nasıl öğreteceğim?
Gerçeğin ne olduğunu tamı tamına açıklayarak. Doğru bilgilendirmeyle.
Evet, insanlar korkar..
Korksun..
Savaş geldiğinde, insanların üzerine bomba yağdığında, kısacası gerçekle yüz yüze geldiğinde aynısı olmayacak mı?
Olacak.
Bırakınız durumun önemini kavrasın.
İnsanlar boğularak aklı başında ölürken tek aranan şeyin solunum cihazı olduğunu söylüyor uzmanlar. Çünkü virüsün ilacı yok. Boğulmamak için lazım olan tek şey, solunum cihazı.
Peki, Türkiye'de yeteri kadar solunum cihazı var mı? Orası tam olarak belli değil. Ama maske olmadığına göre onun sayısının da büyük salgınlara yetecek kadar çok olmadığını söyleyebiliriz.
Her gün hasta sayısının arttığı ülkemizde asıl önemli olan sorun solunum cihazı. Sağlık Bakanlığının alınan önlemler kadar ve hatta ondan daha önemlisi bu cihazı sağlamasıdır.
Çin, ne yaptı etti, ilacı bulunmasa da durumu kontrol altına aldı.
İtalya eriyor.
Almanya tetikte.
Fransa olayı "savaş" olarak görüyor.
Buna rağmen birileri benim ülkemde kimi dini söylemciler çıkarılıyor televizyona meseleyi belden aşağıya bağlıyor. Onun aklı cinsellikte. Bir türlü yukarı çıkmıyor. Hâlbuki dincinin değil, tıpçının konuşma zamanı. Eğer bir din adamı çıkaracaksanız da aklı başında, insanları doğruya yönlendirecek kapasitede olması lazım. Mesele onun söylediği kadar basit olsaydı, cinsel sapıkların tamamının korona virüsten karantina altında olması lazımdı.
Hiç kimse kendi cehaletini Allah'a mal etmesin. Allah, gönderdiği mesajlarda (ayetlerde) onlarca kere, "akletmez misiniz", diye soruyor.
Tarikat-cemaat uleması, hatmede uzay mekiği Çelincır'ı vidalarını söküp düşürüyor ama gözle görülmeyen korona virüsünü bir üfürükte yok edemiyor.
İşte bütün mesele bu.
Yanmaz kefen icat edebiliyorlar ama virüse söz geçiremiyorlar.
İlginç değil mi?
Dinimizi, bu safsatacıların elinden kurtarıp özgürleştirdiğimiz gün, Allah, bizi ödüllendirecektir diye düşünüyorum. Çünkü aklediyoruz ve gerçeği görüp söylüyoruz.
Büyük hastaneler?
Türkiye son zamanlarda "Şehir Hastaneleri" diye devasa yapılara yöneldi. İçinde bulunduğumuz süreçte tam da bunun sorgulanması lazım. Şehir hastaneleri, korona virüs gibi salgın hastalıklar için uygun bir model mi?
İtalya'ya baktığımızda, korona virüsüyle ilgili hastanelerin de ayrıldığını görüyoruz. Öyle her hastaneye yatırmıyorlar. Öyle ki adamlar mezarlıkları bile ayırmış: Virüsten ölenlerin ve ölmeyenlerin mezarlığı diye. Durum bu kadar vahim. İşte bu sebeple sağlık kurumlarını tek merkezlilikten kurtarmak gerekiyor.