Bir sezgi
Şöyle bir sezgim var: 1990’ların ilk yarısında devletin güvenlik ağırlıklı bazı güçleri, PKK terörünü önemsediler ve onu bitirmeye çalıştılar fakat şeriat (cemaat ve tarikatlar) tehlikesini görmediler veya önemsemediler. Bu politikanın sonunda 2002’deki AKP iktidarı, neredeyse PKK terörünün bittiği bir yapı devraldı.
Önemsenmeyen veya görmezden gelinen şeriat tehlikesi ise Fethullah Gülen örgütü ile AKP iktidarının iş birliği yıllarında gittikçe arttı; 17-25 Aralık 2013’te iş birliğinin sona ermesinden sonra 15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsüne kadar uzandı.
AKP iktidarının açılım politikasıyla PKK terörü ve bölücülük talepleri öncekilerle kıyaslanamayacak ölçüde tekrar yükseldi. Bana öyle geliyor ki güvenlik ağırlıklı bazı güçler tekrar devreye girdi; MHP’nin de bir tür koalisyon ortağı olmasıyla iktidar açılım politikasından vazgeçti. Bu süreç şu anda devam ediyor.
Ancak söz konusu güçlerin yine önemsemediği veya görmezden geldiği, Atatürk ve Cumhuriyet ilkelerine düşman şeriat talepleri gittikçe arttı.
Bu arada terör / bölücülük ve şeriat tehlikelerinden belki de daha ağır bir sorun ortaya çıktı: 2011’de başlayan Suriyeliler göçü. AKP iktidarı tarafından işin başında önlenmeyen hatta ensar-muhacir edebiyatıyla âdeta teşvik edilen göçler gittikçe arttı. Afganlı kaçakların da eklenmesiyle bugün ülkenin Türk olan nüfus yapısını değiştirme potansiyeline ulaştı. Yukarıdan beri sözünü ettiğim “devletin güvenlik ağırlıklı bazı güçleri” bu sürece de ilgisiz kaldı veya süreci durdurmaya güçleri yetmedi.
Bazıları “derin devlet” diyor; ben “güvenlik ağırlıklı bazı güçler” diyorum. Benim kullandığım ifadedeki “bazı” kelimesi önemlidir. Çünkü güçlerin tamamı değil bir kısmı söz konusudur. Ayrıca ben bu bazı güçlerin tamamının da aynı düşüncede olduğunu ve birlikte hareket ettiklerini düşünmüyorum. Tek bir makama bağlı olduklarını da düşünmüyorum. Bence bu “bazı güçler” dağınıktır ve birbirleriyle de tam bir uyum ve irtibat hâlinde değildir. Üstelik içlerinden bir kısmının “farklı dış güçlere” bağlı olması, bir kısmının da bazı yolsuzluk işlerine bulaşmış olması ihtimali vardır.
Bence tehlike arz eden süreçlere geç müdahale edilmesi, bazı tehlikelere geç de olsa müdahale edilirken bazılarına müdahale edilememesi veya edilmemesi işte hep bu “bazı” olmaktan ve bu “bazı”nın da dağınık olması yüzündendir. Aynı sebeplerle olaylar, “dış güçler”in yönlendirdiği, istediği istikamette de gelişebilmektedir.
Sahada iş gören, gizli veya açık çarpışan güçler bütün bu söylediklerimin dışındadır. Onlar kendilerine verilen vatan savunması görevlerini hakkıyla yerine getirmektedirler. Benim kullandığım “bazı güçler” terimi karar vericileri ifade etmektedir.
Tabii bütün bunlar benim “sezgi”mden ibarettir. “Bazı güçler”in düşünce özgürlüğüne zaman zaman müdahale ettiğini olaylar gösteriyor. Acaba “sezgi özgürlüğü”ne de müdahale olur mu diye düşünmeden edemiyorum doğrusu.
Parçalı ve dağınık olmanın sebebine gelince.
Sebep, Atatürk’ün vefatından sonra eğitimin “millî” olmaktan çıkmasıdır. 1940’larda başlayan eğitimde millîlikten uzaklaşma, sağ denilen liberal iktidarlarda gittikçe artmıştır. Şimdi ise “dinî” hâle getirilmeye çalışılmaktadır.
“Millî” olmaktan kasıt bazılarının sandığı gibi ırkçılık, faşizm falan değildir. Orta öğretimi bitiren gençlerin kendilerini, toplumlarının bir ferdi hissetmelerini sağlayacak kadar dil, edebiyat, tarih ve yurttaşlık eğitimidir. Fransa’da, İngiltere’de ve diğer gelişmiş batı ülkelerinde olduğu gibi. Bizde de böyle bir eğitim olsa insanlarımız kimlik sorunu yaşamazlar ve “Acaba ben Türk müyüm?” kararsızlığı içinde olmaz, kendilerine başka soy arama çabasına girmezler.