Ah Dursun Yıldırım!
Sarı Kam, Bektaşi fıkralarıyla başladı akademik hayatına, Manas Destanı ile devam etti. O, Türk tarihine, Türk kültürüne, Türk destanlarına bütün olarak bakan bir bilge idi.
Türk ülküsü, önemli bir savaşçısını kaybetti. Türk halk bilimi ve halk edebiyatı alanı da çok önemli bir araştırıcısını yitirdi. Dursun Yıldırım hem sarsılmaz bir Türkçü hem de yorulmaz bir bilim adamı idi. Tanrı’nın rahmeti üzerine olsun.
1963 yılında Türkoloji öğrenimine birlikte başlamıştık. Gençti, yakışıklıydı, davudi sesliydi. Sarışın bir bozkurda benziyordu. Yakasında da bir bozkurt rozeti vardı.
Tabii ilk haftada hemen kaynaştık. O günden beri birlikte oturup kalktık, birlikte yedik içtik; ne yaptıysak birlikte yaptık. Benim Erzurum’daki dört yıllık asistanlık hayatımın dışında hep birlikte idik. Mücadelemizi de bilim hayatımızı da birlikte sürdürdük.
Ah Dursun! Şimdi artık bu birliktelik yok. Beni yalnız bırakıp sonsuzluk evrenine uçup gittin.
Atsız’ın Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki çalışma odasına, Maltepe’deki evine hep birlikte gittik. Atsız’ın sohbetlerini birlikte dinledik. Türkçüler Derneği’nin Üsküdar Ocağına hafta sonlarında birlikte koştuk. Aydil Erol, Abdurrahman Çelik, İbrahim Cemali (Gökbörü), Niyazi Adıgüzel ile ocaktaki seminerleri birlikte dinledik. Ülkü yolunda birlikte olgunlaşıyorduk.
Alparslan Türkeş ve arkadaşları CKMP’ye girdikleri zaman partinin İstanbul gençlik örgütünü de birlikte kurduk. 1965 kongresinde delege olarak Ankara’ya birlikte koştuk, birlikte oy kullandık. Sirkeci’deki açgıcı işliğinin devasa yapılı, sevimli sahibi Sait Sadi Danişmentgazioğlu’nun kongre delegelerini büyüleyen konuşmasını gülümseyerek birlikte dinledik. Türkeş’in karşısındaki genel başkan adayını salona sokmayan genç Türkçü sendin, bunu hatırladıkça birlikte güldük.
Ne büyük ve mübarek hocalarımız vardı! Reşid Rahmeti Arat, Ahmet Caferoğlu, Ali Nihat Tarlan, Mehmet Kaplan, Muharrem Ergin, Ömer Faruk Akün, Faruk Kadri Timurtaş… Bir de ağabey dediğimiz genç hocalarımız: Necmettin Hacıeminoğlu, Mustafa Kafalı, Birol Emil, Mehmet Çavuşoğlu, Mertol Tulum…
1967’de ben Erzurum’a uçtum sen bir yıl daha hocalarımızdan ders almaya devam ettin. Fakat Marksist gençler artık silahlanmıştı, üniversiteleri, fakülteleri işgal ediyorlardı. Erzurum’a kadar geldi haberi. Komando Mustafa’yı, seni ve daha 10-15 arkadaşımızı Edebiyat Fakültesinde rehin almışlar. 15-20 Türkçü gencin Allah Allah diyerek zemin kattaki kocaman kapının camlarını kırmaları ve çevrelerindeki kuşatmayı bozmaları bugün artık ülkücülük tarihindeki bir efsanedir.
Zaptolunamaz taylar gibi idik. Ben Atatürk Üniversitesi’nde, sen de bir yıl sonra, 1968’de Hacettepe’de asistan olunca gemlere vurulduk. Artık bilim hayatımız başlamıştı. Ben Erzurum’da Kaya Bilgegil’in, sen Ankara’da Şükrü Elçin’in kanatları altında idik.
1971’de Ankara’ya geldim ve yine birlikte ömür sürmeye devam ettik. Hacettepe Üniversitesi’nde ve bir de Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü’nde. Zaman zaman Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ne iner, İsmail Aka, Reşat Genç ve Kâzım Kopraman’la birlikte olurduk. Şaman ağabeyimiz İsmail Hakkı Gökhun da sık sık bize katılırdı. Ya Türkçülük konuşurduk ya bilim. Ne heyecanlı günlerdi o günler! Heyecanlı ve verimli. Birlikte pişiyorduk.
Ya Tunalı Hilmi Caddesi’ndeki bekâr odası? Tarihimizin, dilimizin, edebiyatımızın köklerini konuşurken sanki içimize ataların ruhları giriyordu. Sen Sarı Kam olmuştun, ben de Kara Kam.
Sarı Kam, Bektaşi fıkralarıyla başladı akademik hayatına, Manas Destanı ile devam etti. O artık Türk tarihine, Türk kültürüne, Türk destanlarına bütün olarak bakan bir bilge idi. Bir kam bilge. Şimdi aramızda yoksun Dursun! Yedi kat göğün ötelerine uçup gittin. Oradan bize bakıyor musun, bizi görüyor musun? Bak seni seven nice insan, toplanıp ardından dualar ediyoruz, bizi işitiyor musun? Tanrı seni korusun benim aziz kam dostum!