Bir de ihracı denesek!
MHP Genel Merkezi'nin Meral Akşener'i ihraç talebiyle Disiplin Kurulu'na sevk etmesi sürpriz olmadı... Zaten sürekli sallanan bir kılıçtı... 15 Temmuz darbe girişimiyle ilişkilendirme çabası da sonuç vermeyince döndüler aynı yönteme...
Mevcut yönetimin bu yaptığından anlaşılmaz bir şey yok!.. Delege karşısında boy ölçüşemiyorsun, çünkü sonuçtan eminsin!.. Seçimlerden, özellikle de 1 Kasım seçimlerinden çıkardığın oyla zaten psikolojik üstünlüğü de kaptırmışsın... 8 aylık süreç içerisinde 'kandırıldığını düşündüğün' delegenin hiçbirini tekrar kazanamamışsın ve kazanma ihtimalin görünmüyor... Bu durumda 'ihraç'tan başka çare yok!..
Peki aynı şekilde Disiplin Kurulu'na sevk edilen Çağrı Heyeti üyelerinin suçu ne? Kendileri tombaladan çıkmadı ki!.. Devletin mahkemesi kendilerini atadı ve kurultayı toplamayı mecbur kıldı... Kurultayı toplamasalar yasalara göre suç işlemiş olacaklardı... Komediye bakın ki, yasayı uyguladıkları için üç kişi, hukuk hiyerarşisinde yasanın altında kalan parti tüzüğüne istinaden ihraç edilmek isteniyor!.. Darbe sonrasında haklı biçimde 'demokrasi nöbeti'ne koyulanların kendi partilerindeki demokrasi anlayışına ne demeli? Başka herkes demokrasiye lâyık ama ülkücüler değil öyle mi?
***
Paralel hikâyeleri tutmayınca 'faili meçhuller'e dönmüşlerdi... Onda da çelişki içinde çelişki vardı... 'Faili meçhul' suçlamasıyla 'paralel iddiası' yan yana komik kaçıyordu... Hükûmetle paralel arasında herhangi bir sıkıntı yokken, yani 'aldatılma mevsimi' sürerken, 'faili meçhuller' suçlaması ve 'vesayetten kurtulma' mücadelesi senkronize yürüyordu... Paralel medyası da aynı dili kullanıyordu, özellikle hem Ergenekon hem de çözüm sürecinde... Yani bir insan hep paralelci hem Ergenekoncu olamazdı... Tıpkı hem paralelci hem de 'faili meçhuller'den sorumlu olamayacağı gibi...
E şimdi nasıl olacaktı, bir yandan 'Pensilvanya bağlantılı' diye şikâyet edip, diğer yandan 'faili meçhuller'le ilişkilendirip, Ergenekon'la yan yana getirmek? Bütün iddialar baştan aşağı kendini yalanlıyordu...
Zorlama gayretler burada bitmedi tabii... 15 Temmuz darbe girişimi fırsat bilindi... Sen misin kampanya süresince "Başbakan olacağım" diyen? Haddi aşmak ve kendisini aylar öncesinden ihbar ederek dünya darbeler tarihine geçmek değil de neydi bu?
12 Eylül'ün Başbakanı Bülend Ulusu'ydu... Düşünebiliyor musunuz, o Ulusu 1979'dan itibaren "Ben Başbakan olacağım" diye koşturuyor!.. İşte bu kadar ciddi ve bu kadar aklı başında ithamlardı bunlar!.. Dünyada ilk defa bir darbeci önce üyesi olduğu ve milletvekilliğini yaptığı bir partiyi demokratik yönden ele geçirmeye çalışıyor ve haklarını aramak için adliye adliye dolaşıyor!.. Bir de 'Yurtta sulh, cihanda sulh' sözünü tarihte ilk zikreden olmasaymış iyiymiş!..
İthamlar Levent Kırca'nın parodilerini aratmayacak cinstendi ama olsun bir ümit 'ya tutarsa'ydı... 'Çok kullanışlı FETÖ itirafçıları' da 'şıracılık' yapmaya çoktan hazırdı...
Ortalığı sis bulutu kaplayınca "Akşener paralel bağlantılı olsaydı 1 Kasım öncesi kendisine AKP tarafından Başbakan Yardımcılığı teklif edilmezdi" gerçeği özenle ıskalanmaya çalışıldı... Oysa Akşener her konuşmasında "Benim paralelle bir bağım olmadığını en iyi Sayın Erdoğan bilir" diyerek bir şeylerin altını çizdi hep... Erdoğan'ın da bugüne kadar bu yönde herhangi bir iması bile olmadı...
Bütün bunlara rağmen ısrar edenler olunca Meral Akşener onlara da anatomisi normal bir insanın kaldıramayacağı en ağır sözleri söyledi "Bağı olan da, ispat edemeyen de namussuz ve şerefsizdir" diye... Ayrıca iddia sahiplerinin haklarında adlî süreç başlattı...
***
Akşener'in Disiplin Kurulu'na sevki hiçbir şeyi değiştirmez... Kurultayı alacak kadar gücünüz varsa, gündeme alacağınız ilk maddeyle o kararı tarihe gömersiniz... Üstelik 'tedbirlisi'ni de... Burada üzücü olan şu: Kurultaylar gelir geçer... Önemli olan daha sonra birlikteliği koruyabilmek... Böylesi kuralsız bir mücadeleden sonra ortaya çıkacak kırılmalar nasıl telafi edilecek, milliyetçiler hiçbir şey yaşanmamış gibi nasıl kucaklaşacaklar, nasıl birlikte yürüyecekler? Bu kuralsız mücadele arkasında küskün ve kırgın kitleler bıraktıktan sonra kurultaydan kim galip çıkarsa çıksın kaybeden milliyetçi hareket olmayacak mı?
Eğer bu soruların ve cevapların hiçbir değeri yoksa milliyetçiler seçim akşamlarının değişmez kadersizleri olmaya devam ederler... Kağıt üzerinde kurultayda birileri kazanırken milliyetçi hareket topyekûn kaybeder...