Başbakan, Kandil’e dilekçe yazar mı?

“Kaçırılan çocuklar” konusunu anlayabilmemiz için meselenin esasına bakmamız gerekir. İfadeyi tırnak içinde kullandım, çünkü, sayıları binlerle ifade edilen çocukların “kaçırılmış” olduğuna inanmıyorum!
Esasa bakarsak, açılım sürecinin, ABD’nin PKK’yı kullanarak Türkiye’ye diz çöktürmesi projesi olduğunu görürüz.

***

Mustafa Yıldırım’ın incelemesine göre Kuzey Irak’taki Barzani Anayasası’nın başlangıç bölümü şöyledir:
“Self-determinasyon hakkı, Birinci Dünya Savaşı sonunda çıkarılan ve ilkeleri uluslararası hukukun temeli haline gelen ABD Başkanı Woodrow Wilson’ın On Dört Maddelik prensiplerinde kabul edilen bir haktır. 1920 yılında imzalanan Sevr Anlaşması’nın 62-64 nolu maddeleri Kürtlere self-determinasyon hakkını tanımasına rağmen, uluslararası çıkarlar ve siyasal dengeler Kürtlerin bu hakkı elde edip uygulamaya geçirmelerini engellemiştir.”
Türkiye’de aynı hakkı öne süren PKK, ilk hedef olarak “özerkliği inşa ederek” Wilson prensiplerini hayata geçirmeye çalışmaktadır. Türkiye’nin Oslo sürecinde, PKK ile devlet olarak masaya oturtulmasını dayatan da koordinatör ülke temsilcisi, yani ABD’dir. ABD, 1997 yılının haziran ayında, AKP iktidarının bugünkü açılım söylemi ile bire bir örtüşen bir Türkiye raporu hazırlatmıştı. Graham Fuller ve Henri Barkey imzasını taşıyan raporda, “Türkiye’de bu sorunu askeri olmayan yöntemle çözme cesaretini gösterecek cesur bir lider bulunmalı” deniliyordu.
O lideri buldular ve iktidara getirdiler. Türk kimliğini çözme operasyonunun ihalesini de AKP iktidarı üstlendi. Türk ordusunun direncinin de kırılması gerekiyordu. O da 5 Kasım 2007’de Beyaz Saray’da Erdoğan-Bush görüşmesinde kararlaştırıldı. PKK’ya dağlarını dar edenler iftiralarla tutuklandı, mahkum edildi! Habur ve Oslo rezaletlerinden sonra sıra Abdullah Öcalan ile doğrudan görüşmelere geldi..
ABD, Irak’ı, Büyük Kürdistan kurabilmek, bu sayede bölgeyi ve enerji kaynaklarını kontrol etmek için işgal etmişti. 2003’teki 1 Mart tezkeresi geçseydi, Mersin’den Hakkâri’ye kadar uzanan topraklarda 63 bin Amerikan askeri üslenmiş olacak, Büyük Kürdistan’ı kurmak kolaylaşacaktı! Bunu yapamayınca, Sevr hükümlerini ve Öcalan’ın taleplerini, “Yeni Anayasa” diye dayattılar.
Aslında AKP’nin yol haritası, daha parti kurulmadan, ABD’den gönderilmişti. Yol haritasında “yerel yönetimlere otonomi vermek” de vardı ama bunu programa açık açık değil üstü kapalı şekilde yazmışlardı..

***

Dolayısıyla bugün Tayyip Erdoğan’ın “Diyarbakır Belediyesi önünde, dağa kaçırılan çocukları için eylem yapan anneler” konusunda “Ey BDP, HDP siz neredesiniz? Hani zaman zaman gidiyorsunuz da anlaşıyorsunuz da alıyorsunuz geliyorsunuz ya. Bu annelerin yavrularını da alıp gelin bakalım, alıp gelin. Alıp geleceksiniz, alıp gelmediğiniz takdirde bizim de B planımız, C planımız devreye girer” demesi, kuru sıkı bir atıştan ibarettir.
Erdoğan’ın bu sözleri, Kandil’e dilekçe yazmaktır! PKK önünde Türkiye’ye bir defa daha diz çökertmektir. Zaten, BDP eş başkanı Selahattin Demirtaş, annelere, konuyu Kandil’e götüreceğini söylemiştir. Görüşmeden sonra annelerin sözcüsünün, “Cumhurbaşkanımızın, Başbakanımızın çözüm sürecini hızlandırmalarını bekliyoruz” diye konuşması ise meselenin sadece çocukları PKK’nın elinden kurtarmak olmadığını gösteriyor! Çocuklarınızı 23 Nisan günü, BDP’nin pikniğine gönderiyorsanız, dağa götürüleceklerini de biliyorsunuz demektir! Zaten anneler, muhatap olarak Diyarbakır Belediyesini görüyor, Valiyi değil! Vali de Başbakan’ın ricasını daha yumuşak bir dille ifade etmekten başka bir şey yapamıyor. TSK bile frenlenmişken, Vali ne yapacak? Kısacası süreç, PKK’nın, yeni militan yetiştirmesi için zaman kazanmasına yarıyor!

Yazarın Diğer Yazıları