Bakanın misyonu ve Papa’nın misyonu!
Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, Batman’ın Gercüş ilçesine bağlı Vergili köyüne yeniden “Becirman” adının verilmesi dolayısıyla düzenlenen törende, 1920’li yıllardan itibaren sistematik şekilde Türkiye’deki köylerin neredeyse üçte birinin isminin Türkçeleştirildiğini öne sürdü!
Şimşek, “Becirman uzun yıllar büyük bir haksızlığa uğradı. Çünkü burası bir Seyyit köyü. Osmanlı döneminde bunlar vergiden muaf olan bir kesim. O nedenle bu köyün adı Kürtçe’de ’vergisiz’anlamına gelen Becirman. Ama Türkçeleştirildiğinde köyün ismi ’Vergili’ olarak değiştirilmiş. Orijinal isminin tam tersi bir anlam yüklenmiş. Bugün tabii ki köyün verdiği karar ve bu kararın Bakanlar Kurulu tarafından onaylanmasıyla orijinal, anlamlı ismine geri dönmüştür” dedi.
***
Konu ile ilgili birçok yorum yapılabilir. İsimleri Türkçeleştirmenin, Enver Paşa döneminde başlatıldığını da hatırlatmak gerekir.
Benim üzerinde durmak istediğim konu ise köyün vergili mi vergisiz mi olacağı meselesi! Bu konu, Kürt meselesi diye çıkarılan kargaşanın asıl kaynağıdır!
Cumhuriyetten itibaren, her türlü imtiyaz ortadan kaldırılmıştır. Mustafa Kemal Paşa, Nutuk’ta “Bir takım şeyhlerin, dedelerin, seyyitlerin, çelebilerin, babaların emirlerin arkasında sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere hayatlarını emniyet eden insanlardan oluşan bir kitleye medeni bir nazarla bakılabilir mi? Efendiler ve ey millet; Biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti, Şeyhler, dervişler ve müritler memleketi olamaz. En doğru, en hukuki tarikat, medeniyet tarikatıdır” diyerek, yeni bir yol çiziyordu!
Peki, şimdiki Cumhuriyet Hükümeti’nin bakanı ne diyor?
“Becirman zaten vergisiz demektir, burası zaten bir Seyyit köyü, Osmanlı bu köye vergi muafiyeti tanımıştı” diyor!
İyi de şu anda Cumhuriyet düzeninde mi yaşıyoruz, yoksa Osmanlı düzeninde mi? Orta Çağ’dan kalan ve çoğunlukla insanların kendilerine çıkar temin etmek için uydurduğu soy ağacı hikâyelerine dayanılarak, bazı insanlara vergi muafiyeti tanımak, hukuk devletini ortadan kaldırmaz mı?
***
Vergi, meselenin kaynağıdır dedik; Dersim isyanı da bu yüzden çıkmıştır. Osmanlı, Dersim bölgesine özerklik tanımıştı, burayı yönetenler, vergi vermiyor, askere adam göndermiyor ve kendi adlarına vergi topluyordu. Kendi özel silahlı güçleri vardı. Bölgenin tek geçim kaynağı ise eşkıyalıktı.
Cumhuriyet yönetimi, bu durumu ortadan kaldırıp vergi toplamak isteyince aşiret reisleri buna karşı çıktı. Kanun hakimiyetini sağlamak için gönderilen jandarmaları da öldürmeye başladılar. Komintern belgelerinde, Dersim meselesi, “İsyanın arifesinde Tapu Kadastro İdaresi, feodal aşiret reislerinin elinde bulunan halka ait malların incelenmesi ve belirlenmesine ilişkin hükümet önlemlerini uygulamaya başlamıştı. Bu durumda feodalizm, kendi yasa dışı egemenliğinin iktisadi temellerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu hissetti. İşte, özellikle bu önlem, isyana yol açan sebep olmuştur” diye anlatılır.
***
Bölgedeki bütün etnik kalkışmaların temelinde, Yavuz Sultan Selim döneminden başlayıp 2. Abdülhamit döneminde güncellenen bölgesel ayrıcalıklar yatar. Şimdi Diyarbakır’dan yola çıkarak Papa Francesco’yu ziyaret eden “Diyarbakır Kırklar Meclisi” nin temel isteği de bana göre bu ayrıcalıkların geri kazanımından ibarettir!
Zaten Papa’ya verdikleri mektupta Türkiye, Irak, İran ve Suriye’deki Kürtlerin “boyunduruk altında” bulunduğunu iddia ederek Dinlerarası Diyalog için Papalık Konseyi misyonunun bir parçası olduklarını ifade ediyorlar!
Dinlerarası Diyalog’un bir Hristiyanlaştırma projesi olduğunu Vatikan zaman zaman hatırlatmıştır. Bunu bile bile Papa’nın misyonuna alet olmayı kabul etmek, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına yakışır mı?