Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Coşkun ÇOKYİĞİT
Coşkun ÇOKYİĞİT

Aydil Ağam Ötüken'de Toy edek!

Aydil Ağabey, ikimizin de gazeteci olmasından ötürü yakından tanıdığım, taşralı olmayan Ülkücü ağabeylerimizdendi. Nazikti, espriliydi, güleç yüzlü ve ileri derecede zeki bir insandı. Söyleşmesi, dilinden fışkıran nükteler yüzünden zor bir insandı. Nerede hangi açığınızı bulacak ve "Heccav Aydil" ortaya çıkacak, bilemediğiniz için daima tetikte olmanız gerekirdi.

Ben, Tercüman Kültür Sanat servisinde muhabirlik yaparken Aydil Erol Ağabey tashih servisinde gazetenin utançtan kurtulması için mücadele veren ekibin içinde ter dökerdi. Çünkü o zamanlar herkes yazısını daktilo ile yazar, kâğıt üzerinde elle düzeltir, dizgi servisine gönderir, orada yeniden dizilirdi. İşte bu yeniden dizilmiş yazılar tashih servisine, yazarın saman kâğıdına daktilo ile yazdığı ilk kopya ile girer, gerekirse karşılaştırılarak düzeltme yapılırdı.

Gazete mutfağının neredeyse en önemli yeri tashih servisiydi. Yazılanlar burada "Molla Kasım siga"sından geçerdi.

Molla Kasım'a benzettiğim "musahhihîn" kültür seviyesine göre ayarlanmış bir hiyerarşi içinde çalışırlardı. Mesela çaylak bir düzeltmen, gazetenin köşe başlarını tutanların yazılarını okuyamazdı. Birinci sayfa yazıları, köşe yazıları, önemli haber ve röportajlar daima kıdemce üstün, tecrübeli, güngörmüş ve hatta sayfa editörlerine dahi taş çıkartabilen düzeltmenlerce okunurdu.

Ne Hikmetse?

Kıdemli düzeltmenin ne kadar hayati olduğuna, bir sayfa editöründen bile kimi zaman daha önemli olabileceğine işte nefis bir örnek: Tercüman gazetesi klasmanını kaybetme eşiğindeydi. A sınıfı elemanlar yavaş yavaş başka gazetelere kaçıyordu. Dışardan mihrap yerinde görünse bile gazete içten bitişteydi. Bu arada, gazetenin gazete olduğu günlerde, TDK ile başlatılan ve adına "Yaşayan Türkçe" denen savaştaki büyük bataryaya kumanda edecek kimse kalmamıştı. Ama hâlâ savaş kurallar geçerliydi! Maddelerden biri "Zenci" yerine "Siyahi" denilmesine benzer bir kuraldı: Tercüman gazetesinde "Yahudi" kelimesini yazmak yasaktı! Bunun yerine "Musevi" kelimesi kullanılacaktı.

Günlerden bir gün gün ajanstan bir haber düşer. Genç ve tecrübesiz muhabir habere bakar, başlık şöyledir: "Dünyaca ünlü keman virtüözü 'Yehudi Menuhin' İstanbul'a geliyor!" Artık aklından ne geçti, karar verirken kafasını mı, göbeğini mi kaşıdı bilemiyorum ama ertesi gün bu ajans haberi Türk sağının kültür kalesi Tercüman'da şöyle çıkar: "Dünyaca ünlü keman virtüözü 'Musevi Menuhin' İstanbul'a geliyor!

***

Aydil Ağabey editör seviyesinde bir düzeltmen olmanın çok üstündeydi. Türkçü bir aydındı. Bana olan muhabbeti elbette ki aynı rüyanın peşinden gidenlerden olduğumuzdandı ama kızıma "İlay" adını verdiğimiz için, hiciv ışıltılarının, ok uçları gibi ışıldadığı bakışı değişmiş, yumuşamıştı…

"Adlarımız" isimli bir kitabı vardı. İlk baskısını imzalayarak hediye etmişti. Kızımın doğum haberi, adıyla gazetede yayınlandığında beni iki kere tebrik edenlerdendi. Birincisi çocuğum olduğu için, ikincisi de bugüne kadar Emine Işınsu'nun "Çiçekler Büyür" romanından başka hiçbir yerde geçmeyen "İlay" adını çocuğuna ad olarak veren ilk ebeveyn olduğumuz için…

Onun bir diğer özelliği de, çocuğu olan ülküdaşları için düzenlediği "ad düşürme" geleneğiydi. Pek çok arkadaşımız için yaptığını hatırlıyorum. Sonradan öğrendim, Prof. Dr. Hayati Durmaz Hoca'nın kızı doğduğunda adını öğrenip başlığı "Dilârâ" olan birkaç sayfalık yazıyı, lakabını Amerika'daki meslektaşlarını dahi bildiği "Hayati Baba"ya takdim etmiş…

Aydil Ağabey'in buna benzer pek çok sürprizli işleri vardı. Arkadaşlarını bilgiye ve hicve boğmaktan haz alırdı… Ortak arkadaşlarımızdan merhum Kemal Çapraz bir kaza sonucu ebedi hayata göçtüğünde onun için yazdığım yazının başlığı "Kemal Çapraz Yalnız Ağaçlardandı". Yalnızlıktan kastım, kararlılığıydı. Hiçbir vakit durduğu yerden çekilmeyen tunç göğüslü serhat nöbetçileri gibiydiler. Herkes uyduğunda veya vazgeçtiğinde o karakterdeki insanlar asla yerlerini terk etmezler. Yapayalnızdırlar ama buna da aldırmazlar. Kafalarındakini hayata geçirmek için hiç durmadan çalışırlar…

Her ikisi de o karakterde, kutlu insanlardı. Hiç vaz geçmeden ama hep nazik, kibar, gönül alıcı tavırlarını bırakmadan çabaladılar. Üstelik Kemal, pek çoklarımız gibi taşralı olmasına rağmen nezaket ve kibarlıkta bir İstanbullu olan Aydil Ağabey gibiydi.

Aydil Ağabey'e de bilvesile ile andığım Kemal'e de rahmet diliyorum.

***

GÜNÜN ALINTISI

(…)

"Halka ve çocuklara, halkın kendi kendini yönettiği bir sistemde yaşadıklarının öğretilmesinden kaynaklanan bir tehlikeye karşı, herkesi uyarmak istiyorum; bu doğru değildir, olamaz da. Günün birinde bunun doğru olmadığını anlayacak olurlarsa, bundan sadece hoşnutsuzluk duymakla kalmayacaklar; sözcüklerden kaynaklanan geleneksel karmaşadan haberleri olmadığı için de, aldatılmış olduklarını düşünüp hayal kırıklığına uğrayacaklardır."

Karl Popper, Yüzyılın Dersi

Yazarın Diğer Yazıları