Atı uçuruma sürmek de yok pes etmek de!

Ablamın eşi Nurettin Keskin'in vefatı sebebiyle Antalya'nın Kaş ilçesindeydim. Dalaman Havaalanı'ndan döneceğim için yolumun üzerindeki Fethiye'de değerli dostum Fethiye Belediye Başkanı Behçet Saatçi'yi ziyaret etmek istedim. Sabah kahvaltısı için sözleştik. Başkan, Yörük Ali Paşa'nın da geleceğini söyledi.

Doğrusu, rahmetli babamdan kazandığımı zannettiğim hayat felsefesiyle bu yaşıma kadar alnı açık başı dik yaşamış bir kişi olarak, aynı özelliklere sahip olduğunu bildiğim iki dostla, Türkiye'nin bu güzel köşesinde zamanı paylaşmak çok değerliydi.

Fakat ne zaman bir vesileyle Behçet Saatçi ile buluşsam veya konuşsam, fark ediyorum ki başka üslup veya kavramlarla olsa da benimle aynı bakış açısını sergiliyor.

***

Bu durumu başkana söylediğim zaman, "Çünkü biz aynı kültürün çeşmesinden su içmişiz. 12 Eylül'den önce bugünkü haberleşme imkânları yoktu ama Edirne'deki bir Türk Milliyetçisi ile Kars'taki, benzer olaylar karşısında aynı tepkiyi verirdi aynı görüşleri seslendirirdi. Çünkü bizim aileden aldığımız kültür ve sonradan edindiğimiz fikir temeli aynı kaynaklara dayanıyordu. Şimdi, her kafadan bir ses çıkmasının sebebi, bu kültür temeline dayanmayanların aramıza girmesi ve ayrık otlarının bizim tarlamıza hâkim olmasıdır ama hayat bir mücadeledir, sonuna kadar mücadeleye devam edeceğiz" dedi.

Geçenlerde Yılmaz Özdil, bir yazısında "Motorları maviliklere süremezsek, atımızı uçuruma süreriz" diyordu. "Atı uçuruma sürmek" denilince, Nihal Atsız'ın Bozkurtlar romanında, bir ömür boyu sevdiği ama kavuşamadığı Ay Hanım savaşta ölünce, onu kucağına alıp atını her yıl biri erkek bir kadın iki kişiyi alan cehennem vadisine süren Kürşad'ın gizli torunu onbaşı Urungu'yu hatırladım.

***

Bizim için bu yaşta Ay Hanım, sevdiklerimizle beraber güzel Türkiye'mizdir.

Kaş'tan Fethiye'ye giderken, otobüs sürücüsü, önceki gece yağan karla zirveleri bembeyaz olmuş dağları ve mavi denizi gösterdi ve "cennette yaşıyoruz ama kıymetini bilmiyoruz" dedi.

Biz bu cennetin cehenneme çevrilmesine izin vermeyeceğiz. Biz kim miyiz? Behçet Saatçi'yiz, Yörük Ali Paşa'yız, Arslan Bulut'uz veya adımızı sanımızı kimse bilmese de belediye başkanı, emekli general veya gazeteci değil, Toros yaylalarından birinde bir Yörük çobanı veya bir otobüs sürücüsü de olsak Türk kültürünü genetik bir miras gibi bugünlere taşıyan Türk evlâtlarıyız. Gerekirse "Ya istiklâl ya ölüm" de deriz ama yine Atatürk'ün 20 Temmuz 1920'de subaylara söylediği gibi:

"Allah göstermesin, milletin bağımsızlığı ihlâl edilirse, bunun vebâli subaylara ait olacaktır. Dolayısıyla subay için, 'ya istiklâl, ya ölüm' vardır; fakat arkadaşlar, ölmeyeceğiz; bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız..."

***

Atatürk, "vebal subayların olur" demiş ama bugün milletin bağımsızlığının ihlal edilmesinden yalnız subaylar değil, hepimiz sorumluyuz. Bu sebeple, atı uçuruma sürmek yok! Yayla yollarını genişletip asfaltlayıp, vatanın o cennet bahçelerini Araplara devredenler de bilsin ki o yollar kalacak ama siz gideceksiniz! Vatanı vatan yapan kan, milletin bağımsızlığının teminatıdır.

Bakınız, Tayyip Erdoğan, bugünlere "Pes etmeyi, ümitsizliğe kapılmayı, zorluklar karşısında yılmayı gençlerimize asla yakıştıramıyoruz. Biz gençlerimize güveniyoruz, inanıyoruz. Gençlerimizin de kendilerine, ülkelerine ve milletine güvenmesini istiyoruz" diye diye geldi.

Yani, tek adam rejimine pes etmek yok!

Yazarın Diğer Yazıları