Asıl Sorun: Yönetim felsefemiz
"Bir dert bin musibetten iyidir" ama bizdeki uygulaması öyle değil. Hiçbir musibet bize ders vermiyor. İşte onlardan biri: Deprem gerçeğimiz. Bugüne kadar çok şey yazıldı çizildi ama gene ders almadık.
Peki, neden böyleyiz?
Yığınla sebep sayabiliriz ama esas sebep bellidir.
Ana sebep, sorun çözme kültürümüzden kaynaklanıyor. Bizim kültürde "kervan yolda düzüldüğü" için, tam zamanında ve gelecek yönetim stratejimiz yok. Biz daima "o gün (her ne gelecekse veya olacaksa) gelsin bakarız" felsefesindeyiz.
O gün yahut zaman geldiğinde ise en büyük özelliğimiz ortaya çıkar: Hemen örgütlenir, durma yine hep birlikte el koymağa çalışırız. Bu da iyi tarafımız. Bakın yine deprem anında örgütlendik ve herkes yardıma koştu. Öyle değil mi? İşte bu da kültür. Bizim kültürümüz. Buna toplulukçu kültür özelliği denir.
Batı toplumlarında bu olmaz.
Niçin olmaz?
Çünkü o toplumlar bireycidir.
Lakin hemen övünmeyelim. O kültürün bizden farkı nedir biliyor musunuz? Olayları kişiler üzerinden çözmeye yönelmeyip sistem üzerinde biçimlendirerek çözmesi.
Peki, bu üstünlük müdür?
Modern toplumlar ve kentli yaşam için elbette üstünlüktür. İçinde bulunduğumuz toplumsal düzende, artık çoban kültürünü devam ettirmemiz mümkün değil. Dağ başında kabileler halinde yaşamıyoruz. Toplum, bizim çadır ile komşu çadırlardan oluşmuyor. Sokakları, caddeleri, anayasası, devlet düzeni ile bir ülkenin yurttaşlarıyız. Öyle ise, belirli sistemler kurmak ve bu sistemlerin işlevsel olmasına çalışmak zorundayız. Her olayda bireysel çaba gösterecek kimseler aramak yerine kurumsal yeterlikler aramak zorundayız.
İşte AFAT ve Kızılay böyle..
Görüyoruz ki sistem kurulu ve kendi görev ve yükümlülüklerinin bilincinde. Bu sebepledir ki deprem ya da sel felaketlerinde anında olay yerinde oluyorlar. Ancak benim asıl anlatmak istediğim bu değil. Ülkenin yönetim sisteminin bütünü bireysellikten kurumsallığıa geçmelidir.
Biz olalar gelişmeler karşısında kişileri aramamalıyız. Kurumları ve onların sorumlu görevlilerini aramalıyız.
Dünkü gazetelerin bir çoğunun (Yeniçağ'da dahil) vurgu yaptığı şey neydi?
"Bizi öldüren deprem değil binalardı" düşüncesi. İşte bu tanımlama, bu tespit, Türkiye'de sistemsizliğin, ilkelerin ve kuralların oluşmamasının işaretiydi. Başka bir ifade ile "kervan yolda düzülür felsefesinin" sorun çözmede sistem yerine kişilerden görev beklendiğinin anlatımıydı. Dikkat ederseniz, deprem sorunun çözümünü hızlandırmak için üç bakan olay yerinde. Bunun anlamı biraz politik olsa da az biraz da çalışmaların aksamamasına yöneliktir. "Biz olalım, çünkü biz olmazsak işler yolunda gitmez" düşüncesi bakanların aklından geçmemiş olabilir mi?
Sanmıyoruz.
Elbette olay yerine inceleme için ilgili bakanlar gider. Başkaları da gider. Ama eğer, "kervan yolda düzülmüyor" en başından her şey planlı ve kimin ne yapacağı belirli ise bu kadarına gerek kalmaz. Ayrıca "zamanı gelince her şey hallolur" felsefesi yerine, her şeyi yerinde ve zamanında yapacak bir sistem kurulmuşsa, deprem geldiğinde bu kadar büyük zayiatla karşılaşılmaz.
Niye karşılaşılmaz?
Çünkü kurulu sistem, tam da bu amaçlar için kurulduğundan oradaki görevliler de zor günler için görev yaptıklarından en ufak sarsıntıda yıkılacak bina yapılmasına izin vermez.
Verirse?
Suç işlemiş olacağından suçları takiple görevli diğer sistem tarafından cezaya çarptırılır. Böylece her bir toplumsal sorunu çözmekle görevli sistemler, iş tanımında yazılı görevleri, yasaya ve ahlaki ilkelere göre yapacağından (eğer yapmazsa denetleme sistemin gadrine uğrayacağından) deprem anında kolay kolay bira yıkılmaz. Böylece bir kısım insanlar, diğer insanların bilinçli hataları yüzünden ölmemiş olur.
Türkiye'de yaşanmakta olan siyasi kavga ve kargaşanın temelinde de aynı sorun var. Her şeyi kişilerden beklemek, sistemli ve ilkeli düzen kurup işletemediğimiz için daima siyasi kurtarıcı beklentisi içindeyiz. Bu nedenledir ki bizde daima yönetim sorunu vardır.