Yeni bir Ergenekon Destanı
İki gün önce postadan küçük bir paket aldım. Paket İran’daki bir dostumdan gelmişti. Türkolog bir meslektaşımdan. Paketten kısa bir mektup ve el yazması bir esere ait bazı fotokopiler çıktı. Dostum, fotokopilerin Meşhed’de, özel bir kütüphanede bulunan bir yazmadan çekildiğini yazıyordu. Yazmanın ilk ve son sayfası ile aradan çekilmiş 15 sayfasını incelemeye başladım. Arap harfli eser Doğu Türkçesiyle yazılmıştı ve muhtemelen 13. yüzyıl sonlarına aitti. İlk sayfada kitabın adı vardı: Kitâbü’l-Etrâk. Türklerin Kitabı. Arapça ismin altına daha küçük harflerle Türkçesi de yazılmıştı: Türk Bitigi. Eserin yazarı belli değildi. Kitabı kopyalayan müstensihin adı da yoktu. Sayfaları okumaya başlayınca eserin yeni bir Ergenekon Destanı olduğunu anladım. Bildiğimiz destandan biraz farklı, yeni bir varyant. En önemli yanı ise kahramanların adlarının da verilmiş olması. Çok heyecanlandım ve 15 sayfayı yutar gibi okudum. Bir özet vererek heyecanımı sizlerle de paylaşmak istiyorum.
Türk ordası bozkıra yayılmış; on bin çadır bir orman gibi bozkırı kaplamıştı. Tanın atmasına çok az bir zaman kalmıştı. Birden atlar kişnemeye başlamış, yiğitler yerlerinden fırlamıştı. Ne olduğunu anlayamadan kendilerini düşman atlarının ayakları altında buldular. Akşama dek süren çetin bir vuruşma oldu. Göz üstünde kaş, omuz üstünde baş kalmadı. Türk ordası kılıçtan geçirildi. Kan su gibi aktı, cesetler dağ gibi yığıldı. Düşman komutanı zafer sarhoşluğuyla bütün çadırların yağmalanmasını emretti. Ayın or dördü savaş meydanını aydınlatırken düşman atlıları ufukta kaybolmak üzere idiler.
Karşı tepelerden gök yeleli bir kurt savaş meydanına baktı. Cesetler arasından küçük bir baş kımıldamıştı. Küçük bir çocuğun başı. Kurt koştu; sağlam dişleriyle çocuğu omuzundan yakaladı ve bir mağaranın içine doğru sürükledi. Otlakları yemyeşil parlayan, suları çağıl çağıl çağlayan bir ovaya geldiler. Kurt çocuğa baktı ve onu besledi. Sonra bir gün, yemyeşil gözleri olan küçük bir kızla, oğlanın yanına geldi. Kızla oğlan büyüdüler, evlendiler. Çocukları, çocuklarının çocukları oldu. Çoğaldılar; obalara, oymaklara bölündüler. En büyük iki oymağın başında Uygur Han ile Tolun Han vardı. Onlardan sonra Küçük Han geliyordu. Togu Beğ ile Salçık Beğ hanların danışmanı idi. Büyük obalardan birine Kerinç Beğ, birine Tekin Beğ başçılık ediyordu. Güreşte ve atıcılıkta erleri geride bırakan Erdener Katun da büyük bir obanın başında idi. Günlerden bir gün bu ova bize dar dediler; dağları delip çıktılar. Atalarından dinledikleri düşmanın ülkesine doğru at sürdüler. Geniş bir ovada çadırlarını kurup oturdular. Burası avı bol, verimli bir otlaktı. Av avladılar; toprağı ekip biçtiler. Günler, aylar, yıllar böyle geçti. Sonra bir gün aralarından birini, Yener Onbaşı’yı düşman ülkesine gönderdiler. Yener Onbaşı haber alıp geldi. Düşman ülkesinin tahtında Tay-bıng Dou oturuyordu. Denilenlere göre karısı İ-ming’in sözünden çıkmıyordu. Ülkede sözü geçenlerden biri de yarganlık orununda oturan Zeng-ziao Sao-sı idi. Tek gözü kara bir bantla bağlanmış olan Yargan Sao-sı, ülkesindeki çaşıtları birer birer buluyor; hepsini zindana attırıyordu.
Zeng-ziao Sao-sı, çaşıtları yoluyla ovada yurt tutan Türkleri de öğrenmişti. İmparator Tay-bıng Dou’nun katına çıkıp ellerini bağladı. Türk başbuğlarını yakalamak için ruhsat istedi. Dediğine göre Uygur, Tolun ve Küçük hanlar çaşıt gönderip ülkelerini karıştırıyordu. Daha da ileri gidip ülkenin kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlar; halkın zihnini bulandırıyorlardı. Ülkede yolsuzluğun alıp yürüdüğü; imparator ve yoldaşlarının halkı soyup soğana çevirdiği dedikodularını yayıyorlardı. İmparator Tay-bıng Dou, karısı İ-ming’e danıştıktan sonra buyruk verdi: İstediğini yapabilirsin Yargan Sao-sı, sonuna dek arkandayım; en büyük destekçin ve sözcün benim.
Zeng-ziao Sao-sı büyük bir orduyla Türklerin üzerine yürüdü. Tek gözünde yine kara bir bant vardı. İki ordu karşı karşıya geldi. Sağ koldan ileri atılanlar Togu Beğ ile Kerinç Beğ’in birlikleri idi. Erdener Katun soldan ileri atılmıştı. Yanı başında Yener Onbaşı vardı. Tekin Beğ cepheden saldırmıştı. Sağdan, soldan ve cepheden anî bir saldırıştı bu. Sao-sı’nın beklemediği bir saldırış. Tepeden savaşı yönetmekte olan hanları oklamaları için adamlarına emir verdi. Oklardan biri Uygur Han’a değmiş, onu yaralamıştı. Savaş kızışmış; meydan toz dumana bürünmüştü.
Yazmanın burasında yarım sayfalık bir boşluk var. Boşluktan sonraki şu cümlelerle destan sona eriyor. Salçık Beğ ani bir kılıç darbesiyle Sao-sı’nın başını gövdesinden ayırdı. Düşman yüz geri edip kaçtı. Hanlar tutun diye buyurdular. Türkler düşman ülkesine girdiklerinde halkı da ayaklanmış gördüler. Saraya geldiklerinde ise İmparator Tay-bıng Dou ve karısı İ-ming’i bulamadılar.