Yanan evin çatı katında şarkı söylenmez!
Haziran ayında doğmuşum. Valide merhume, merhum babamın, beni askere daha gelişmiş olarak gidebileyim diye bir yaş küçük yazdırdığını söylerdi. Nüfus cüzdanımda yazan doğum tarihindeki yaşımda mıyım yoksa bir yaş daha mı büyüğüm? Bunu hiç bilemeyeceğim. İkilem bununla da bitmiyor. Çünkü nüfus cüzdanımdaki yazan doğum günüm ile babamın not ettiği doğum günüm başka! Yetim büyümüş ve sadece ilkokulu bitirebilmiş bir kamyon şoförüne ait olduğuna asla inanamayacağınız güzel bir el yazısıyla, 1959 tarihli Ece Ajandası'nın 24 Haziran yaprağına, "Oğlum Coşkun bugün… saatte doğdu!" yazmış.
Bunun ne kadar ciddi bir psikolojik dalgalanmalara sebep olduğunu bilemezsiniz! Çocukluk ve ilk gençlik çağlarımda Tercüman ve Hürriyet gazetelerindeki burç-nâmelere merak saldığımda hem "ikizler" hem de "yengeç" burçlarına ait "kopyala, kes, yapıştır" kolaycılığıyla üretilen falları okurdum. Her iki gazetenin kehanetleri arasındaki bariz farklılıklar, -o zamanlar elektrik yerine gaz lambasıyla aydınlanan, sokak lambaları olmadığı için şehir ışıklarından mahrum semalarında, üstümüze ağacakmış gibi ışıldayan yıldızları, hele bir de damda yatıldığında, hele bir de Maraş'ın deli poyrazı toz kaldırarak esmeyip gökyüzünün berrak bir cam gibi yıldızların göz kırpmalarına izin verdiği gecelerde- derin düşüncelere dalmama sebep olurdu.
Muhtemelen bu yüzden haziran ayına karşı ilginç bir bağım vardır. Mesela İstanbul'da Fındıkzade'de yaşadığım ve sabahları çok erken uyandığım yıllarda, haziran sabahları beni mest ederdi. Havanın ağardığı ama güneşin daha kendini göstermek için nazlandığı saatlerde, Cerrahpaşa'ya doğru yaptığım yürüyüşlerde, beton binalar ve asfaltla üstü örtülmüş olmasına rağmen şuradan buradan başkaldırmış hanımelleri, çiçek açmış akasyalar, bahçelerdeki olgun güller ve daha ne kadar çiçek ve bitki varsa onların etrafa yaydığı o muhteşem ve aynı zamanda, 12 Eylül öncesi "sokak korkusunu" her nefeste eriten kokularını, hâlâ İstanbul'un bana bir lütfu imiş gibi hüzünle hatırlarım.
Martı sesleri, koku cümbüşünün yarattığı sarhoşluk içinde adeta bir "berduş yalpasıyla" denize kadar inip Marmara'yı seyretmek artık yitirilmiş bir keyif olarak şahsi ajandamda başka bir hüzünlü nottur.
O sokaklarda yaptığım sabah 'tenezzüh'lerinden edindiğim izlenimler sayesinde gençlik hevesi bu ya, "Haziran Sabahları" isimli bir şiir yazmıştım.
Şiiri bitirip sözde birkaç defa düzelttikten sonra kararımı vermiştim. Beni yüreklendiren bir hevesle, başını kitaplardan kaldırmayan, her gün günün 16-18 saati boyunca çalışmakla iftihar eden merhum hocam Prof. Dr. Mehmet Kaplan'ın daima açık olarak hatırladığım kapısının pervazını tıklattım. Kaşlarını kaldırarak baktı. Bir başka vesileyle zaten epeyce başında bittiğim Hocam tebessüm etti. Bu, gelebilirsin demekti. Girdim ve özene bezene el yazımla yazdığım (ama babacığımın yazısı yanında yaya kalan bir el yazısı) şiirimi uzattım. Ne kadar nazik, sabırlı ve hoşgörülü bir insandı o! Okudu, küçük bir kahkaha atarak karşı odada oturan asistanı Zeynep Kerman Hanım'a seslendi. Bu anımı hatırlar ve tasdik eder mi bilmiyorum ama hemen odaya gelen Zeynep Hanım'a, "Bak dinle!" dedi ve okudu:
"Güzeli yakaladı bu sabah gökte bir kuş / Artık ömür boyunca unutun korkuları / Hep bu anı arardı, sorardı berduş berduş / İstanbul'da Haziran sabahları…"
Kaplan Hocamın şiirimi okumasından o kadar başım dönmüştü ki, Zeynep Hanım ile konuşmalarından sadece, "Bugüne kadar İstanbul'u 'berduşlukla' niteleyen bir başka şiir biliyor musun?" diye soruşu kalmış aklımda… Sonra ne oldu, hatırlamıyorum. Şimdi düşünüyorum da bunu normal buluyorum, tahlilleriyle şairlerin ümüğünü sıkan bir devden iltifat almak ne kadar sarhoş edici bir hâldir, varın siz hesap edin!
Kaplan Hocamın alicenaplığı, yıllar önce Erenköy'deki evinde, Maraş Okutma ve Yardımlaşma Derneği ekibiyle, Edik Dergisi'ne yazı almak için ziyaret ettiğimiz Üstad'a, "Şiir yazıyorum!" dediğim için Necip Fazıl'dan yediğim, "Yanan evin çatı katında şarkı söylenmezzzzz!" zılgıtından sonra büyük bir gönül ferahlığıydı…
GÜNÜN ŞİİRİ
Haziran Sabahları
----
Güzeli yakaladı bu sabah gökte bir kuş,
Artık ömür boyunca unutun korkuları…
Hep bu ânı arardı, sorardı berduş berduş;
İstanbul'da haziran sabahları…
İnce çizgidir sabah bir martı kanadında,
Salınır ahenk olur suların kucağında,
Bazen de sitem olur sevgili dudağında
İstanbul'da haziran sabahları…
O, hayatın eşyaya kuş gibi konuşudur.
Beş yüz yıldır söylenen, dinlenen şarkı budur,
Geçmişten gelecekten bir ömrün yekûnudur
İstanbul'da haziran sabahları…