Vigilantizm: Ne bu şiddet?
Vigilantizm kavramı, Türkiye''de pek fazla bilinmiyor. Üzerine yazılmış Türkçe bir makaleye de rastlamadım ancak ne olduğunu açıkladığımda aslında çok iyi bildiğimiz, son günlerde de sıkça rastladığımız bir hususla ilgili olduğunu anlayacaksınız.
İspanyolca kökenli bu sözcüğün kelime kökeni "vigilante" yani "bekçi" kelimesine dayanıyor.
Cambridge Sözlüğü''nde vigilantizm, "Sıradan insanların bir yerde suçu önlemek veya suçlu olduğuna inanılan kişileri yakalayıp cezalandırmak için resmî olmayan eylemlerde bulunma uygulaması" olarak tanımlanıyor.
Vigilantizm, genel olarak Sahra Altı Afrika ülkeleriyle ilişkilendiriliyor. Nijerya, Uganda, Tanzanya, Güney Sudan, Güney Afrika, Kenya, vigilantizmin sık görüldüğü ülkeler.
İnsan doğasının adaleti arzuladığını söylemek mümkün. Ancak kendi adaletini sağlamak için suçluyu kendi kendine cezalandırma ve daha önemlisi suçluyu cezalandırma cüretini kendinde görme meselesi, kavramı ilginç kılıyor.
Ortaya çıkış nedenleri
Vigilantizmin toplumda sık görülmesinin pek çok nedeni var.
Gelir eşitsizliği, genç nüfus, hızlı kentleşme oranları ve ateşli silahların çoğalması gibi sosyal faktörler bunların başlıcaları.
Bunun dışında ise, özellikle de cezalandırma cüretini kişinin kendinde bulmasında, yetersiz adalet sistemiyle ilişkili olarak suç oranın artması yatıyor.
Yani, adalet sisteminin yetersizliği ve buna bağlı olarak suç oranının artması, sosyal faktörlerle de birleşince kişiler, toplumda asayişi sağlama ve bunu bozanı cezalandırmayı vazife edinebiliyor.
Örneğin, Nijerya''da polisin yetersiz kaynaklara sahip olması ve eğitimindeki eksiklikler, polisleri güvensizlik sorunlarıyla mücadelede etkisiz bırakmaktadır. Öyle ki, sonunda kimi Nijerya eyaletleri bu sorunla mücadele için, vigitlantizmi düzenleyen yasalar çıkarmış, yasalarla vigilantistlere bir dereceye kadar yetki dahi vermişlerdir. "Mahalle Güvenliği Birlikleri" olarak adlandırılan bu grupların yasal düzenlemelerle acımasız ve şiddet içeren yöntemlerden kaçınma gereklilikleri sonrasındaki statüleri bizdeki bekçilere benzemekle birlikte, ortaya çıkışları açısından farklılık söz konusudur.
Vigilantizm, esas olarak, devlet otoritesi hakkında şüphe ve hoşnutsuzluğa karşı verilmiş bir yanıt olarak ortaya çıkıyor.
Siyaset bilimci Regina Bateson''un "Suçların hukuk dışı önlenmesi, soruşturulması veya cezalandırılması" şeklindeki vigilantizm tanımında üç unsur yer alıyor. Buna göre, ortada öncelikle bir suç bulunmalı; gerçekleştirilen cezalandırma eylemi, bir ideolojiye ya da genel bir tavra yönelik değil yalnızca bu suça yönelik olmalı; son olarak, söz konusu cezalandırıcı eylem, yasaların onaylamadığı bir eylem olmalı.
Burada, şüphesiz ki, suçluyu cezalandırma yetkisinin devlette olduğu fikrinde bir zayıflama olduğu görülüyor.
Ancak bunun herkesin adil bir şekilde yargılanmasını gerektiren hukukun temel ilkesine ve insan haklarına aykırı bir tepki olduğunun kabulü gerekiyor.
Adil yargılanma
Özellikle de bazı suçların içimizde öfke duygusu oluşturduğu bir gerçek. Ancak o öfkenin kontrolü, güvenli bir toplum için olmazsa olmaz bir gereklilik.
Bu açıdan, afet bölgesinde işlenen suçlar karşısında suçlulara uygulanan şiddet eylemleri, tüm toplum için belki suçun kendisi kadar tehlikelidir.
Şöyle ki…
Suç ve suçluyla mücadelenin yolu toplumsal şiddet eylemleri değildir. Kolluk kuvvetleri ve yargı, hukukun gösterdiği yolu takip ederek, suçu önlemede de suçluyu cezalandırmada da etkili olacaklardır.
Bu açıdan polis dahi, yasal sınırlar içinde kalarak suçluyu yakalamakla mükelleftir.
Caydırıcılığı sağlayacak olan, yargıda gerçekleştirilecek adil bir yargılama sonucu gereken cezanın verilmesidir.
Bugün suç işlediği "düşünülen" (suçu sabit dahi olmayan) kimselere karşı uygulanan linç, o an kimilerinin öfkesini soğutsa da bu kişilerin yargıda ceza almamaları veya kısa sürede serbest kalmalarıyla aynı suçlar tekrarlanmaktadır.
Suç ve suçluyla gerçekten mücadele etmek istiyorsak, suçluların kanunlarda yer alan cezaları almalarını ve bu cezaları da süresini tamamlayana kadar çekmelerini sağlayacak yargı sisteminin kurulmasını sağlamalıyız.
Aksi halde, toplumda şiddet egemen olur ki, adaletin şiddetle sağlanmaya çalışıldığı toplumlarda toplumsal güvenliğin bulunmadığını hepimiz biliyoruz.