Unutulan milliyetçilik

Eğer bu ülkede nüfusun yarıya yakını yardımlara muhtaç hâle gelmiş ve hâlen daha ortada tutarlı bir kurtuluş reçetesi öneren yoksa bilinsin ki milliyetçi politikalar iflas etmiştir.

Toplumun yarıya yakınının aç olduğu bir ülkede milliyetçilikten söz edilemez.

Çünkü millet (halk), milliyetçiliğin varlık nedenidir.

Halk yoksa milliyetçilik de yoktur.

Olmayan şeyin milliyetçiliği olur mu?

Olmaz.

Demek ki bir şey var olacak ki biz de o var olan şeyin milliyetçiliğini yapalım.

Nedir o şey?

Millettir. Yaşayan kesimi ile halktır.

Felsefi tabirle milliyetçiliğin ontolojisi olan millet, dünü, bugünü ve yarını kapsayan soyut bir kavrama gönderme yapar. Kavramsal analizi bir kenara bırakıyorum. Halk ve millet kavramları siyasal bilimin tartışma konusudur.

Konuya dönersek, var oluş nedenin sefil olmuş ve sen hâlâ milliyetçi olduğunu sanıyorsan yanılıyorsun. Seni var eden gerçek, ana kaynak, varlık sebebin çökertilmiş.

Gençlik manzarasına bak.

Bu ülkenin çocukları kendi ülkesinden kaçıyor.

Okuyor, iş bulamıyor.

Hak ediyor, hak ettiğini alamıyor.

Çalışıp üstesinden geliyor, hak etmeyenler elinden hak ettiklerini alıyor.

Düzeni kuranlar ve yaratanlar, utanıp sıkılmadan bir de “yerliyim, millîyim” diyor.

Hangi millîlik?

Kendi evlatlarının hakkını yiyen bir ülke yönetimi yerli ve millî olur mu?

Çalışkan öğrencilerin başarılarını çalan bir mülakat sistemiyle adaletli bir toplum kurulabilir mi?

Nereye dokunsan aziz vatanın her yerinden ıstırap ve gözyaşı çıkıyor.

Mesela emeklilere bak.

Yoksulluk sınırının altında. Benzer durum hangi ülkede var? Hangi ülke ekonomisi kendi emeklisini bu hâle sokuyor?

Sadece bunlar da değil.

Ülkenin ağaçları bile mustarip.

İsterseniz, kesilen asırlık zeytin ağaçlarına sorun. Size haykıracaktır: “Neredesiniz ey sahiplerim, bizi kesip biçtiler. Öldük, öldürüldük, neredesiniz” dediklerini duyarlı vicdanlar anlayacaktır.

Madenlerine sorun.

Kanımızla, canımızla aç, susuz kurtardığımız aziz vatanın bütün millî sermayesine yabancılar ortak oldu.

Ne hakla?

Niçin?

Mal ve mülk bu vatanın evlatlarının değil mi?

Evet, hak bizim.

Doğa bizim.

Gökyüzü bizim.

Yok edilen ormanlar, içindeki börtü böcek, kaçıp giden kuşlar bizim.

Kanadı kırık keklik neden ağlıyor sanıyorsun?

Sen unuttun diye.

Sen sahip çıkmıyorsun diye.

Milliyetçilerin görevi, bunların hepsini kucaklayıp bağrına basmak ve milletin malını yine millete vermektir.

Özgür millet, bağımsız Türkiye, diye haykırmalıdır.

Ne hâle getirdiler bizi.

Milliyetçi, milliyetçiye benzemiyor, dindar, dindara benzemiyor.

Bak Suriye’ye, ne hâldesin?

Dün güvenli bir sınırın vardı, bugün tehlikelere açık bir sınırın var.

Dün, sadece Kandil’de bir grup PKK’lı vardı, bugün Suriye’de bir ordu var.

Amerika’nın ve Rusya’nın izni olmadan bir kilometre aşağı inemiyorsun.

Bu yerlilik ve millîlik midir?

Yüz yıl önce bin bir zahmetle kurtardığın ülkene, bir kaç Avrupa ülkesinin nüfusundan fazla göç getirdiler. Üstelik bir de “Bize gönderme” diyerek, anlaşma yapıp para vererek. Sen-ben itiraz edince “ırkçı” oluyoruz, ama Avrupalılar “bize göndermeyin, parasını verelim sizde kalsın” deyince uygarlaşıyor.

Avrupalıların ülkesi değerli, bizimki yolgeçen hanı.

Hâlbuki göç sorununu en iyi biz biliriz.

Rusya’dan getirilen Rum göçü sayesinde Pontus Devleti kurma çabalarını, Pontusçu Rumların Karadeniz’de yaptığı katliamları bizden iyi bilen mi var?

Toparlarsak, ekonomisi çökertilen ülke, büyük ülke olmaz. Kalkınmış da olmaz. Hatta kalkınıyor da olmaz. Olmadığı da ekonomi verileriyle ortada.

Bunun böyle olduğunu da yine en iyi biz biliyoruz.

Nereden?

Osmanlı’dan?

Düyun-u Umumiye’yi ne çabuk unuttuk?

Duraklama dönemi niye duraklama, gerileme dönemi niye gerileme?

Ülkeyi milliyetçiler kurtardı, ama bugünkü kötüye gidişe dair esaslı bir görüşü yok. Üzücü bir durum.

Yazarın Diğer Yazıları