Türkiye’de milliyetçilik neden yükselmiyor? (2)
“Türkiye’de milliyetçilik neden yükselmiyor?” başlıklı dünkü yazımızı, bu ay içinde seçime giden Danimarka ve Türkiye mukayesesine ayırmış ve şöyle bitirmiştik:
“Ya milliyetçiler, toplumu yaklaşan tehlikeler karşısında ikna edebilecek inandırıcılıktan uzak ya da milliyetçilerin ‘tehlike’ olarak gördüğünü, uğruna milliyetçilik yapılan o millet ‘tehlike’olarak görmüyor!.. Bir üçüncü ihtimal de, o millet tehlikeyi sezse de çözümün ’o milliyetçiler’ eliyle gerçekleşeceğine inanmıyor... Yani yetersizlik duygusu veya güvensizlik hâkim...”
Şimdi devam edelim: Bu ihtimallerin hangisi doğru olursa olsun, milliyetçiler ve onların çatıları açısından tam bir dram ortaya çıkıyor... Milliyetçi, inandıramıyorsa bu bir problemdir... Tehlikeyi doğru tanımlayıp, milletin dikkatini çekemiyorsa bu da bir problemdir... Eğer o millet tehlikeyi seziyor ama milliyetçileri ve onların siyasî yapılarını o tehlikelerle baş etme anlamında yetersiz buluyorsa bu çok daha büyük problemdir!..
Galiba esas sıkıntı şu: Bu problemlerin hangisinin doğru olduğunu bulma ve “Çözüm nerededir?” sorularına sağlıklı cevap arama gibi bir ihtiyacın hissedilmiyor oluşu... Küçük teselli noktaları bularak, gerçek meseleyi tartışılır olmaktan uzaklaştırmak, tıkaç veya tıkaçların bilimsel yöntemlerle ortaya çıkarılmasını engelliyor...
Şimdi dönelim başlıktaki soruya: Türkiye’de milliyetçilik neden yükselmiyor? Belki de doğru soru şuydu: Türkiye’de milliyetçilik yükseliyorsa, neden tamamıyla milliyetçi yapılarda temsil edilmiyor? Neden milliyetçiliğe düşmanlığını ilân eden yapılar bile bu potansiyelden daha fazla yararlanabiliyor? Eksik veya yanlış olan ne?
Bunu tartışmak, ’yasak meyve yiyip, Cennet’ten çıkarılmak’la eşdeğerse, yani ’yasağı konuşup siyasetten uzaklaştırılmak’sa eğer, oradan bir sonuç çıkmıyor maalesef... Tartışma olmayınca bilim olmuyor, bilim olmayınca gelişme olmuyor... Taassupla da buraya kadar!..
Cephede talim olamayacağına göre, bunu nispeten daha müsait olan bugünkü gibi günlerde tartışmak lâzım; önyargıdan uzak, muhaliflik ya da taraftarlık duygularından arınmış, tamamen milliyetçi düşüncenin siyasî geleceğini dert eder biçimde...
Belli ki seçimler zincirinin yaşanacağı bir döneme gireceğiz ve milletin önüne sandıklar daha sık gelecek... Milliyetçiler, darbeyle iktidara gelmeyeceğine göre, iktidar olmanın tek yöntemi seçmenlerin onayı olduğuna göre ve de önümüzdeki seçimlerde Arjantin veya Moritanya’dan yeni seçmen getiremeyeceklerine göre, kütüklerde kayıtlı seçmen kitlelerini ikna etmek mecburiyetindeler...
Sonuçların daha sağlıklı değerlendirilmesi ve çapraz doğrulama için birden fazla kamuoyu araştırma firmasına anket siparişi verilse ve şu sorulara cevap aransa: Belli oranlar etrafında gerçekleşen ve her seçim tekrarlanan donukluğun sebebi nedir? Neden beklenen patlamalar gerçekleşmiyor? Seçmenlerle milliyetçi siyasetin bütünleşmesini engelleyen tıkaçlar nelerdir; fikir mi, fikrin sunulma biçimi mi, propaganda yetersizliği mi, teşkilatlar ve kadro yapısı mı, genel başkan ya da kurmaylar mı, yoksa birden fazla sebep mi?
Madem ki yine bu halktan oy istenecek, ’malzeme’yi ve onun yaklaşımlarını bilmek ve ona göre tedbir geliştirmek gerekiyor... ’Cevaplardan korkmak’ bu tip çalışmaları engelledikçe problem kronikleşiyor, ’kapalı devre gazlama sistemi’yle geçiştiriliyor... Küçük konjonktürel kıpırdanmalardan teselliler çıkarılarak vaziyet idare ediliyor... Bu durumda kaybeden sadece milliyetçiler değil, o milliyetçilerin üzerine titredikleri millî devlet oluyor...
Elbette siyasî yapıları seçmen kitleleri yönetmez... Ve elbette seçmen çoğunluğunun her dediği ’mutlak doğru’ anlamına da gelmez... Fakat o kitlelerle aranızda demokrasinin mecbur kıldığı bir ilişki varsa, onu ikna etmenin yollarını bulmak bu oyunun kuralı... Onu yeterince ikna etmeyi zorlaştıran ’tıkaçlar’nelerdir? Milliyetçiler bu soruyu önemli bulup, çözüm aramaya niyetlendiklerinde, çözümün yüzde ellisi gerçekleşmiş olacaktır...