Türkiye 15 Ekim yemeğine niye onay verdi?
Kıbrıs sorununun uzlaşma ve anlaşma ile halli için yarım asırdan fazladır süren müzakereler ve gayretler, maalesef Rum-Yunan ikilisinin bilindik emelleri, adanın tamamını Yunan yapma hayali nedeniyle, bugüne kadar gerçekleşememiştir. Hemen hemen tüm BM Genel Sekreterleri’nin, onlarca özel temsilci, danışman, kişisel temsilcinin çözüm arayışları başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Anavatan Cumhurbaşkanı Erdoğan 2022-2023-2024 BM Genel Kurullarında, ardı ardına tam üç kez, KKTC’nin tanınması ve tecridin ortadan kaldırılması çağrısı yapmış, federasyonun söz konusu olmadığının altını çizmiştir. Belirlenmiş hedefimiz tanınma iken, Rum tarafının düşmanca eylemlerini özellikle artırdığı bir dönemde KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Anavatan Türkiye’nin telkinleriyle, BM Genel Sekreteri Guterres’in daveti üzerine 15 Ekim akşamı New York’ta Hristodulidis’in de katılacağı 3’lü yemeğe onay verdi. Bu yemekli görüşmenin gayriresmî olsa da Rum propagandasına hizmet edeceğini, tanınma hamlemize zararı dokunacağını geçmiş yazılarımda defalarca vurguladım ve hiçbir şekilde Rum tarafı ile diyalog kurulmaması gerektiğini, yarım asırdan fazla süren temas ve diyaloglardan sonuç alınamadığını, 3’lü görüşmenin hata olacağını, Türk tarafı olarak sadece ve sadece tanınma hedefine kilitlenmemiz gerektiğinin altını çizdim.
15 Ekim Salı akşamı New York'ta gayriresmî bir görüşme yapılması konusunda anlaşmaya varıldığının açıklanmasıyla birlikte her iki tarafın da niyetleri ortaya çıkmaya başladı. Rum basını, Hristodulidis ve Tatar’ın, BM Genel Sekreteri ile aynı masaya oturmadan önce hedeflerini doğrudan veya dolaylı olarak dile getirdikleri haber ve yorumlarla doldu taştı. Rum gazeteleri New York'taki yemeği duyuran Ersin Tatar'ın ofisinin aynı zamanda “gayriresmî yemeğin gündeminin olmayacağını ve iki liderin sosyal bir ortamda görüş alışverişinde bulunulacağı” mesajını vermeye özen gösterdiğini yazdı. Aynı kaynaklar, Tahsin Ertuğruloğlu’nun da bulunduğu New York'tan “federasyonun görüşülmeyeceğini” ve “bu görüşmeye katılımlarının hiçbir şekilde federasyon için bir müzakere olarak görülmemesi gerektiğini” açıkladığını paylaştılar.
Kıbrıs Türk tarafının bu pozisyonlarının, Kıbrıs sorununa ilişkin diyalogun yeniden başlatılmasının yollarını aramak olan üçlü görüşmenin esas hedefiyle hiçbir ilgisi olmayan hedeflerini barındırdığını belirten haber kaynakları, Hristodulidis’in önceki gün yaptığı bir açıklamada, 15 Ekim'deki üçlü görüşmenin gündeminin açık olmadığını, çok spesifik olduğunu ve görüşmelerin yeniden başlaması perspektifiyle ilgili olduğunu belirttiğini, Hristodulidis’in, New York'a, Tatar'ın dayatmaya çalıştığı gündemi görüşmek üzere gitmeyeceğini hem BM'ye hem de Kıbrıs Türk tarafına açıkça ifade ettiğini belirttiler. Görüleceği üzere liderler 15 Ekim yemeğinin gündemi, kapsamı konusunda dahi uzlaşı çerisinde değildirler.
Kıbrıs Rum tarafının egemen eşitliğimizi ve eşit uluslararası statümüzü kabul etmezse üçlü bir görüşmeyi kabul etmeyeceğini söyleyen Cumhurbaşkanı Tatar ve Anavatan Türkiye'nin neden şimdi 180 derecelik bir dönüş yapmaya karar verdiği konusunda siyasi analist Nikos Katsuridis şu yorumu yapmıştır: “Türkiye'nin Ersin Tatar aracılığıyla görüşmenin yapılmasını kabul etmesine yol açan, uluslararası gelişmelerdir. İsrail'in yakın zamanda Türkiye'nin topraklarını işgal ettiği Suriye'yi bombalaması, gergin durum nedeniyle, kendisine karşı bir Kürt ayaklanmasını hiçbir şekilde göz ardı edemeyecek Türk cephesi için tehlike çanlarının çalmasına neden oldu. Bu nedenle, genel bir çatışmadan korkan ve beklemede kalan politikası nedeniyle Batı tarafından zayıflatılma riskiyle karşı karşıya kalan Türkiye, iyi niyet göstermek ve Orta Doğu'daki müktesebatını korumak amacıyla taviz vermeye ve iki lider arasında bir görüşmeyi kabul etmeye karar verdi.”
Türkiye’yi korkaklıkla suçlayan Katsuridis’le hemfikir değilsem de, Türkiye’nin 3’lü görüşmeye onay vermesinin arkasında son dönemde Türkiye’nin yaşamakta olduğu ekonomik sıkıntılar nedeniyle Batılı finans merkezlerini küstürmemeğe özen göstermesini, Yunanistan’la sahte de olsa bir yakınlaşmanın sağlanmasına önem vermesini ve AB ile ABD ile sorunsuz bir süreci tercih etmesinden yana olmasını sıralamak mümkündür. Erdoğan’ın 3 kez KKTC’nin tanınması çağrısı yapmasının ardından, emperyalist Batı’nın ekmeğine bal sürecek şekilde adımlar atılması, KKTC’nin fiilen tanınması sürecine geçilecek iken Rumlarla yeniden masaya oturmamızın salık verilmesi hayal kırıklığına sebep olmuştur.
Bir kez daha tekrarlamakta fayda görüyorum; KKTC’de gelecek yıl gerçekleşecek cumhurbaşkanlığı seçiminden önce KKTC’nin tanınması ile ilgili herhangi somut bir gelişme olmaz ise, hâlihazırda takip edilen millî siyasetimiz darbe alacak ve seçimdeki federasyon yanlısı adayın da seçimi kazanma şansı artacaktır. İşte o gün hapı yuttuğumuz gündür. Bunca mücadele, emek ve meşakkat yeniden federasyon sürecine girmek, Rum’a yamalanmak için mi harcandı; soruyorum?