Toplumsal bir şok tedavisi gerekli!

Atatürk daha 1914’lerde “İnsanları istediği gibi kullanan kuvvet, fikirleri tanıyan ve geliştiren kimselerdir. Fikrin özelliği de, hiçbir itirazın bozamayacağı bir kesinlikle kendi kendisini kabul ettirmesidir. Bu ise fikrin, yavaş yavaş duygular haline gelerek inanca dönüşmesi ile mümkündür. Ve böyle olduktan sonradır ki, onu sarsmak için bütün başka mantıkların, başka yargılamaların hükmü kalmaz” demiştir.

***

Yeni Dünya Düzeni veya Küreselleşme ideolojisi sahipleri de aslında serbest piyasa ekonomisi ve insan haklarını önce fikir, sonra duygu ve sonunda inanç haline getirdi.
Son olarak benimsetilen ve inanç haline getirilen kavram, küreselleşmedir. Bu kavramlar, tekelci kapitalizme ve etnik-dini parçalanmaya hizmet etse bile, medyatik saldırı ile insanların düşünceleri dondurularak kutsallaştırıldı. Dolayısıyla bu fikirleri üreten kuvvet, insanlığı istediği gibi çekip çevirmeye başladı.

Türk Milleti’ni dönüştürebilmek için de “Ilımlı İslam” stratejisi ve “Dinlerarası diyalog” taktiği ile kendi dinini kendisine karşı kullandılar. Tıpkı Hz. Ali’nin ordusuna karşı, Muaviye ordusunun mızraklarının ucuna Kuran sayfalarını geçirmesi gibi! Türk insanı, bu tür politikalar karşısında kendi milli benliği konusunda bile tereddütler yaşamaya başladı, bu yüzden robotlaşan kitleler oluştu!

***

Atatürk’ün “Türk milletini medeni dünyada layık olduğu mevkiye yükseltmek” temel görüşünü hayata geçirebilmek için, Türkler’in artık sadece Türkiye için çalışmasının da pratik bir değeri kalmamıştır. Türkiye’ye faydalı olabilmek için, bütün insanlığı peşinden koşturacak bir temel görüş ortaya koymak gerekir. Çünkü saldırı küresel ölçektedir. Cevabın da en az aynı ölçekte olması şarttır.

Bütün insanlık ise ancak, kutsallaştırılabilecek bir fikrin peşinde koşar. Daha doğrusu, öyle bir fikir sistemi ve öyle sloganlar üretilmelidir ki bu fikirler ve sloganlar, hiçbir itirazın bozamayacağı bir kesinlikle kendi kendisini kabul ettirebilsin, yavaş yavaş duygular haline gelebilsin ve inanca dönüşsün..

Uygulanmak istenen küreselleşmenin, kendiliğinden gelişen bir süreç değil, birkaç elit şirketinin güdümünde küreselleştirme olduğunu ve bütün insanlığı köleleştirmeye götürdüğünü, AB’nin ise Türkiye’yi içine almayacağını, kapıda tutarak, oyalama sırasında Kıbrıs, Ege, Güneydoğu diye tavizler isteyeceğini, zaten bunlar verilirse ortada Türkiye diye bir ülkenin de kalmayacağını görmek zorundayız. Alternatif, IMF veya AB’nin dayattığı sözde ulusal programları yerine, Türkiye’nin gerçek ulusal programını oluşturmakta aranmalıdır. Bu, “Türkiye merkezli bir küresel model” dir ve başlangıç olarak komşu ülkeler ile birlikte, Türk Cumhuriyetleri’ni esas almalıdır.
Zaten Türkiye böyle bir program uygulasaydı, köleliğe yol açan mevcut küreselleşme modeli, mesafe alamayacak, hatta başarısızlıkla sonuçlanacaktı. Bu şans hâlâ vardır. Çünkü, küreselleşme programı ABD ve Avrupa ekonomilerinin krize girmesi ile büyük yara almıştır. Dolardan kaçış, küreselleşmenin sonunu da getirecektir.

***

Eşitlik, açıklık ve adalet ilkelerini, önce kendisinin sonra uluslararası politikanın vazgeçilmez kuralı haline getirerek, bilim ve teknolojiye, yerli üretime ve yer altı-yer üstü kaynaklarına dayalı, her türlü dış baskı ve dayatmayı reddeden bir anlayış içinde, Türkiye çok kısa bir sürede dünyanın en güçlü ülkelerinden biri olabilir.
Bunun için ilk adım, bugüne kadar bize dini inanç gibi benimsetilen birçok fikrin aslında bizi uyutmaya dönük olduğunu kavrayabilmek ve sorgulama yapmaktır.
Beynimizi özgürleştirmeden milletimizi veya insanlığı nasıl özgürleştirebiliriz?
Belki de toplumsal bir şok tedavisi gerekli! Çünkü bazı beyinlere artık söz işlemiyor!

Yazarın Diğer Yazıları