Sönmeyen yangın: Başbağlar
İmtiyazlı katliamdır Başbağlar!.. Çünkü katilleri aramızda dolaşmaktadır!.. Çünkü hukukun yüzünü ağartacak bir dâvâsı olmamıştır!.. Çünkü acısının izini sürecek örgütleri ve güçlü medyası olmamıştır!..
Anadolu’nun sadık, temiz ama bir o kadar yalnız köylüleriydi onlar... İhanetlerle örülü bir coğrafyada yaşıyorlardı... Devlete ve millete sadâkatin bedelini çok ağır ödedikten sonra acılarıyla baş başa kaldılar... Yaşadıkları büyük acıya rağmen devletlerine küsmediler... Üstelik o devlet ki, Başbağlar yakılıp yıkıldıktan bir gün sonra köye ulaşan devletti!..
* * *
Çok iyi tanıdıkları köye akşam ezanı okunurken sızdı câni sürüsü... İsim isim tanıyorlardı kurbanları... Câmidekileri çıkardılar önce... Geri kalanı evlerden topladılar... 28 masumu kurşunlarla, 5 masumu da yakarak katlettiler...
Ardından evleri soyup talan ettiler ve yaktılar... Köylerine ertesi gün gelecek olan devletten artık tek beklentileri ‘adalet’ti... Oysa acının üzerine bir başka daha acı yükleyecek skandallar dizisi başlayacaktı o sahipsiz köylüler adına...
Operasyonlarda 20 kişi yakalandı fail olarak... Erzincan Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılamalarla birlikte SHP’li Adalet Bakanlığı eliyle müdahaleler başlayacaktı... Dördüncü celseden sonra İzmir’e alındı dâvâ...
Yeni mahkeme, köylülere ilk darbeyi müdahillik taleplerinde vurdu... Katillerin bir kısmını isim isim tanıyan köylülerin müdahillik talepleri reddedildi... Bu yetmezmiş gibi mahkeme salonlarında aşağılandılar, itildiler, kakıldılar, dışarı çıkarıldılar... Ne medyaları, ne sivil toplum kuruluşları, ne aydınları vardı... O kadar çaresiz ve yalnızlardı ki, ‘redd-i hâkim’ talepleri kimsenin umurunda olmadı...
Tunceli’de yakalanan teröristlerin itirafları olayı bütün açıklığıyla ortaya koyuyordu aslında... Tanınmasınlar diye asker-polis elbisesi giydirilerek Erzincan’a getirilen ve doktor raporuyla tespitli biçimde işkencesiz ifadeleri alınan zanlılar suçlarını kabul etmişlerdi... Ama dâvânın üzerindeki ‘Koçgiri gölgesi’ bu işi akışına bırakmayacaktı!..
* * *
Önce yakalananlar bırakıldı Erzincan DGM’nin kararıyla... Gerekçe ise son derece basitti: “Teşhis tutanakları usulüne uygun yapılmamıştır!..” Ardından bir skandal da İzmir de yaşanacaktı... Gıyabî tutuklama isteyen Cumhuriyet Savcısı görevden el çektirilecekti... Sözde yargılama sonucu 20 sanıktan 18’i beraat edecek, 2 sanık ise başka suçtan ‘örgüt üyeliği’nden mahkûmiyet giyecekti...
Noktayı koymak dönemin Yargıtay’ına düştü... Katliamdan yargılanan 18 sanığın beraatini onayladı, polis ve jandarmanın aldığı ifadeleri ‘geçersiz’ sayarak, dâvâyı temizledi!.. Hiç bitmeyecek Başbağlar yangınının dumanı tüterken, adalet mekanizmasını o gün ellerinde tutanlar yangına değil, PKK’lı ve onlarla işbirliği yapan ‘mahallî taşeron’ katillerin gönlüne su serpti...
Oysa itirafçılar vardı olaya görev alan... Başka suçlardan dolayı İzmir dışındaki cezaevlerinde yatıyorlardı... Onların İzmir’deki mahkemeye getirilmelere ve dinlenmeleri istenmişti... Buca Cezaevi’nde ‘itirafçı koğuşu’ olmadığı gerekçe gösterilerek bu talep de reddedilmişti...
Dünyanın en alçakça katliamlarından birisi olan Madımak’la ilgili böyle bir skandal ortaya çıksa, sebep olanlar bu ülkenin sokaklarında gezebilir miydi? Ya da Uludere’yle ilgili? Peki o zaman Başbağlar’ın bu yalnızlığının, bu çaresizliğinin, bu sahipsizliğinin sebebi ne? İçlerinden tarihleri boyunca bir tek asker kaçağı bile çıkmamış, suç nedir bilmeyen Başbağlarlılar açısında bu toprakların değerlerine sadık olmanın bedeli bu mu olmalıydı?
SHP’li hükûmetten sonra kaç iktidar daha gördü bu ülke ve Başbağlar... Sonuç? Hâlâ katiller aramızda!.. Üstelik isim isim bilinen
katiller...
“Ayrıldım sıladan sızlıyor içim/ Bir gece içinde ağardı saçım/ Derildi barhanam dürüldü göçüm/ Beni gören dağlar taşlar ağlasın” diyen Erzincan türküsü daha ne kadar söylenecek ve Başbağlar daha ne kadar adalet bekleyecek?