Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Coşkun ÇOKYİĞİT
Coşkun ÇOKYİĞİT

Sırlı Dil

Eylül ayı festivaller ayıdır. Adana Altın Koza, Antalya Altın Portakal, İzmir ve devamında pek çok yerde film festivalleri yapılır. Aslında bugün bu festivallere dair bazı gelişmeleri paylaşmayı düşüyordum ama sonunda bu haberlerin sosyal medya vasıtasıyla hemen herkese ulaşmış olduğunu düşünerek vazgeçtim. Aklım festival kelimesine takıldı.

Festival kelimesi Fransızcadır. Birkaç gün süren şenlik veya sanat gösterilerine verilen Frenkçe ad budur. Dilimize yerleşen Hint Avrupa kökenli pek çok yabacı kelime gibi Batılılaşma mecburiyetiyle değil, alafranga züppeliğin dayatmasıyla kabullenilmiş kelimelerdendir. Bundan önceki zamanlarda Türkçemiz neredeyse bütün dünya dillerinden kelimeler alıp içselleştirmiş, gündelik hayatımızdan yüksek fikir ve sanat hayatımıza kadar kullanılagelmiştir. Ama “alafranga şıpsevdiler” Türkçemizi yoz kelimelerle doldurmayı çağdaşlaşma zannetmek cahilliğine düşmüştür.

Türkçemiz bir aynaya benzer. Aynanın “sır” kısmı dilimizin rahmidir. Camın ardındaki bu “sırlı satıh”, aynanın yüzeyine yapışan ve içeri nüfuz etmeye çalışan bütün o yabancı kökenli kelimeleri aslında hiçbir zaman rahmine almamıştır. Bu kelimeler kimi zaman o kadar birikmiştir ki, aynada kendimiz göremez olmuşuzdur... Parmak, parmak, leke leke, buğu buğu kirlenmiş aynamıza baktıkça içimiz acımış, dilimiz dolaşmış acı çekmiş, kekemeleşmişizdir.

Böyle zamanlarda temizlik şart olur, aynanın enine boyuna silinmesi gerekir. Bir süre sonra ayna tekrar kirlenir, tekrar sileriz, tekrar kirlenir, tekrar sileriz. Aynanın temiz olması gerekmektedir çünkü Türkçe “sır”ını koruduğu müddetçe Türklük de var olmaya devam eder.

Festivalin Türkçe karşılığı tartışmasız “şenlik” kelimesi olmalıdır. Dilimizin bu latif kelimesini kullananlardan Hacı Halife yani Kâtip Çelebi (vefatı:1657) der ki: “Yazın Marmaris’in şenliği artar.” En ışıltılı ifadelerden bir diğeri Cahit Sıtkı’nın “Desem ki” şiirindeki söyleyişidir:

“Desem ki...

Evimde şenliksin, bahçemde bahar”.

‘Festival’i mumla aratacak bir başka Frenkçe kelime ise “şans” kelimesidir. Fransızcadan dilimize alafranga züppeler tarafından musallat edilen “chance”, Türkçe bilmez Türklerin ağzında “imkân”, “mümkün”, “tâlih” gibi pek çok söz yerine kullanmaktadır. “Şey”, “aynen”, “sıkıntı yok” sözleri ‘şans’la buluştuğunda, Türkçe aynasını kirleten karasineklerin besini oluverirler.

Hüseyin Rahmi Gürpınar, Şıpsevdi romanında kültürümüzü ve dilimizi bir yamalı bohçaya çeviren ayran gönüllü, mukallit alafrangacıları o kadar arifane bir heccavlıkla tasvir eder ki, laf etmeyi bırakıp sözü ona bırakmanın tam yeridir:

*“Fikren hoppa… Bilgi derme çatma, kavrayıştan yana nasipsiz, zoraki, hep Savoir-Vivre’den çalınma… Tavırlar, haller hep taklit, hep sahte, soğuk…

(…)

*Ayıpladığı şeyler: … Türkçe eser ve gazete okuyanlar.

Okumaktan ürktüğü eserler: Evliya Çelebi Seyahatnâmesi, Türkçenin kuralları, dilbilgisi, söz dizini, Osmanlı edebiyatı… Millî romanlar…

*Türklere özgü niteliklerle seçkinleşmiş bir orijinaliteyi kabul etmemek, böyle bir iddiada bulunanları adi görmek.

*Büyükada’da, Şişli’de oturur, bisiklete biner, gereğinde vals eder, Chopin’i, Gounod’yu, Bizet’yi, Verdi’yi tanır aileleri anlatmaktan başka Türkçede bir hikâye konusu bulunamayacağı fikrinde ısrar etmek…”

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın alafranga tipi böyledir. Türk’e dair ne varsa kayıtsızlık ve ret, Batı’ya dair ne varsa, hayranlık ve meftunluk!

Sözü madem festivalden buraya kadar getirdik, o halde yine festivallere dönüp iyi dilekte bulunarak kapatalım: Umarız ki, festival sahipleri alafrangalığı çağdaşlaşmak sanan “meftun” tipler gibi millî kültürümüze yabancılaşma tuzağına düşmezler.

Yazarın Diğer Yazıları