Şimdi ne olacak? (15 Şubat 2020)
Milli meselemiz öne çıkınca ister istemez erteleyip başka gündeme kaçamıyoruz. Bu sebeple dış politika ağırlıklı yazmak zorunda kalıyoruz. Hâlbuki en temel sorunlarımızdan biri ekonominin hepimize verdiği hasardır. Sadece kişi olarak her birimize değil, topyekûn ülkeye verilen zararlar halkın bilgisine sunulmalıdır.
Bu zararların süreğen hale geleni Suriye meselesidir. Suriye-Türkiye ilişkilerinin ekonomisi, sosyo-politiği, siyasal düzeyi ve beklentileri ile ABD ve Rusya'nınkiler aynı değil.
Türkiye kazanıyor gibi görülse de aslında toplamda kaybeden ülke.
ABD orada. Varlık sebebi belli. Büyük Orta Doğu Projesi'nin sahibi ve yürütücüsü. Ülkeleri atlas gibi kesip biçecek ve istediğini aldıktan sonra, kendine zarar vermeyecek bir düzen kurarak çekilecek.
Planı bu.
Rusya'da orada.
ABD'nin kuracağı yeni dünya düzeninde kendi ülkesine bir yer açacak, sıcak denizlerde olacak, dünyanın enerji kaynaklarını tek başına ABD'nin yemesine izin vermeyecek.
Ne koparırsa alacak.
İran'da orada. Ama vekâlet güçleriyle, siyasi olarak orada.
Amacı ne?
Ortadoğu'da söz sahibi olmak. Şii İslam siyasetini temsil etmek ve bölgesel etkin bir güç olarak kendi geleceğini güvence altına almak.
Geriye Türkiye kalıyor.
Biz de oradayız.
Niye oradayız?
Çünkü 900 kilometrelik sınır komşusuyuz ve Suriye'deki ayrılıkçı PKK/PYD güçleri tarafından tehdit altındayız.
Başka?
Suriye'nin toprak bütünlüğü bozulduğunda, en fazla olumsuz olarak etkilenecek olan bizim ülkemiz. Sadece toprak düzeni de değil, toprak düzeni yerli yerinde kalsa bile, yeni kurulacak Suriye Devletinin; sosyal, siyasal ve etnik grupların bir arada temsilini sağlayacak yeni rejimin alacağı şekil de bizi olumlu ya da olumsuz etkileyecek.
Lübnanvari bir Suriye devletinin bölgesel etkisi yok denecek kadar az olacaktır. Hassas dengeler üzerine kurulu bir siyasi yapının İsrail'in genişleme politikalarına tepkisi yok denecek kadar az olur.
Etnik grupları kontrolü de öyle. Bu durumda Türkiye, yine PKK/PYD saldırılarına açık kalacak demektir. Öyle ise, Suriye'nin sadece toprak bütünlüğünün sağlanıp herkesin üzerinde anlaştığı bir hükümet sistemine kavuşturulması değildir.
Kısacası Suriye meselesi, Türkiye'nin içinde kendini hissettirmeye devam edecek. Niye böyle oluyor? Çünkü Suriye hem çok yakın komşumuz, sınırdaşımız ve hem de sosyal sistemlerimizin kesiştiği epey ortak alanlar var.
İçinde bulunduğumuz süreç bunun kanıtı değil mi?
İşte bakın, Türkiye'nin içinde birçok Avrupa ülkesi kadar Suriyeli nüfus var. Aynı durum Suriye'de varlık gösteren ABD'de yok. Rusya'da ve hatta İran'da da yok. Sadece Türkiye, bu yükü taşımaya karar vermiş durumda. Ekonomik olarak bunların Türkiye'ye maliyeti yok mu?
Var.
Aynı şekilde siyasi sosyal, kültürel demografik vb. maliyeti yok mu?
O da var. Hem de endişe verici boyutta var.
Şimdi Suriye tablosuna bir bütün olarak bakalım.
Devrilmek ve yerine yeni bir rejim getirilmek istenen Baas Rejimi ve onun yöneticileri (Esat) duruyor. Ancak, ülkesinin bütününü kontrol edemiyor.
Suriye'yi tersyüz edip, istediğini alıp gitmek için gelen ülke ABD de orada duruyor. Rusya'da rejimin arkasında yerini almış durumda.
Geriye ne kaldı?
İran ve Türkiye.
Geldiğimiz noktada rejim ile çatışıyoruz. İdlib'de askeri tahkimat yapıyoruz. Rejimi tehdit etmiş durumdayız. Böylece İran'ı tedirgin ettik. Rusya ile konuşuyoruz. ABD, sırtımızı sıvazlamaya başladı. Rejime parmak sallıyoruz. Manzara bu. Sorumuz da şu: Haklılığı haksızlığı boş verin. Türkiye nasıl mutlu sona erecek?