Sendikalar kimden yana?

Sendikan kadar konuş yasası üstünde çok durulmadı nedense!

Sendika denince aklımıza ilk gelen “Sarı Sendika” oluyor!

Oysa sendika; işçilerin ya da işverenlerin ayrı ayrı olmak üzere iş, kazanç, toplumsal ve kültürel konular yönünden çıkarlarını korumak, yeni haklar sağlamak ve onları daha da geliştirmek amacıyla aralarında yasalar uyarınca kurdukları birliktir.

Çalışanlar için Anayasal bir hak(!)

Özellikle memur sendikaları, iktidara ters düşmemek adına yapılanan organizasyonlar gibi anlaşılıyor. Bu düşüncemizde çok haksız da değiliz! İktidara yakın sendikalar üye yapısı ile diğer sendikaların çok üstünde üyelikler ile adeta iktidarın Truva atı gibiler! Öyle bir güç kullanıyorlar ki diğer sendikaları bir kaşık suda boğmak için anayasaya aykırı, anayasa mahkemesinin kaldırdığı “yüzde ikilik baraj” kanununu bu sefer, yüzde bir yaparak tekrar yasa çıkarmak için yaptıkları olağanüstü mücadeleyi, üyelerin hakları için yapmıyorlar!

Sarı olmayan sendikalardan, sendikacı Mustafa Güçlü’den bahsedeceğim ve kendisiyle çalışma ve de emek kavramı üzerinden sendikaların dününü, bugününü ve geleceğini konuşacağız.

Mustafa Güçlü 30 yıla yakındır emeğin hak ettiği değere kavuşması için alanda mücadele verirken kalemiyle de “Sivil Toplum Kavramı”, “Sivil Toplum ve Sendika”, “Ahilik ve Ahi Evren” kitaplarını yazmıştır. Hâlihazırda “Emek Mücadelesinin Tarihi” ismini verdiği kitabı da yakında baskıya girerek okuyucusu ile buluşacaktır.

“Batıda ve Medeniyetimizde Sivil Toplum” üzerine yüksek lisans yapmıştır. Hâlen memurların üye olduğu altı farklı iş kolunda faaliyet yapan sendikanın bir araya gelmesi ile kurulan Anadolu-Sen Konfederasyonu’nun Genel Başkanlığını yürütmektedir.

Mustafa Güçlü ile küresel kapitalizmin devletler ve ekonomi üzerinde oluşturduğu etkiyi emek ile çalışma kavramından başlayarak sendikaların bu süreç içindeki durumunu ve geleceğini değerlendirdik.

1-Günümüzde “çalışma” ve “emek” kavramı ne anlama gelmektedir?

İlk önceleri hayatın normal akışında insanların kendi isteği ile yerine getirdikleri “çalışma” günümüzde insanların rızası dışında egemen güçler eliyle her aşaması planlanan ve zorunlu olarak yapılması gereken bir iş haline dönüştürülmüştür.

Emek ise toprağı ve sermayeyi üretime dâhil eden insani bir unsurdur. İnsan aklı ve kol kuvvetinin kullanılmasıyla oluşan emek, ister mavi yaka, ister beyaz yaka, ister pembe yaka, ister metal yaka olarak adlandırılsın, özü itibari ile değişen hiç bir şey yoktur. Sonuçta üretimin en asli unsuru her zaman “emek” dolayısıyla “insan” olacaktır.

Mevcut durumda ülkemizde çalışma hayatında en değersiz kılınmaya çalışılan üretim unsurlarının başında emek gelmektedir. Bunun sonucu Türkiye’deki ekonomik işleyişte çalışan emek sahipleri, üretimden doğan kârın “paylaşım bileşeni” olarak görülmemekte, tam aksine emekçiye verilen ücret “maliyet gideri” kısmında ele alındığı için her geçen gün kısıtlanmakta ve emekçinin çalışma şartları ağırlaştırılmaktadır.

2-Ülkemizde emeğin örgütlenerek sendikalaşma süreci nasıl olmuştur?

Batı’da sanayi devrimi sonrasında “sınıflı toplum” zemini üzerinde işçi sınıfının hakkını almak için hayat bulmuş olan sendikaların derin bir emek mücadelesi tarihi vardır. Ancak güçlü bir merkezi yönetime dayanan Osmanlı Devleti’inin mirası üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti de “sınıfsız toplum” esasını ölçü alan devletçi bir anlayışla yola çıkmıştır. Bu yapı içinde işçi örgütleri sendika işlevini yerine getirse de dernek statüsünde kalmışlardır. 1923 yılında gerçekleşen İzmir İktisat Kongresi’ne de en büyük işçi örgütü olan İstanbul Umum Amele Birliği katılmıştır.

Türkiye’de ilk sendika kanunu çok partili hayata geçişle birlikte 20 Şubat 1947 yılında hayata geçirilebilmiş ancak her askerî darbe sonrasında sendikal haklar işçilerin elinden alınmış, kesintiye uğratılmıştır. En son işçi sendika kanunu ise 2012 tarihli 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu İş Kanunu’dur.

3-Türkiye’deki memur sendikaları nasıl kurulmuş ve hangi zeminde gelişmişlerdir?

Devletin en önemli unsuru olan memurlar, Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren adeta devletin yerine konduğundan ekonomik ve özlük hakları devlet tarafından belirlenmiştir. Bu bakış açısı uzun süre devlet aklına egemen olduğundan ancak 1961 Anayasası ile memura sendika hakkı -memurların bu yönde mücadelesi olmadan- düzenlenen kanunla verilmiştir. Fakat 1971 yılında yapılan yeni bir düzenleme ile memurların bu hakları ellerinden alınmıştır. Bu süreçten sonra memurlar 30 yıl süren uzun bir mücadele ile iki binli yılların başında tekrar yasal bir zemine oturtulan sendika kurma hakkını elde edebilmişlerdir. Memur sendikalarına grev hakkını içermeyen ancak toplu sözleşme hakkı veren düzenleme 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan Anayasa değişikliği referandumuyla gerçekleştirilmiştir.

Ülkemizde kurulan ilk memur sendikalarının her biri ya siyasi partilerin birer yan kuruluşu ya da siyasi bir ideoloji üzerine inşa edilerek hayata geçmiştir. Hâlen aynı atmosferde faaliyet yapan sendikaların yanında politize olmayan, özelde memurun özlük ve ekonomik haklarını korumayı ve genişletmeyi genelde ise ülke sorunlarına çözüm üretmeyi esas alan sendikacılık anlayışları da yeni yeni yeşermeye başlamıştır.

4- Küresel kapitalizmin ulus devletlerin gücünü ve emeğin hakkını törpülediği bir ortamda dünya genelinde devletlere özelde ise ülkemizdeki sendikalara hangi yolu takip ederek bu olumsuzluklarla mücadele etmek düşmektedir.

Küresel kapitalizmin uyguladığı ekonomik sistemin yol açtığı “eşitsizliği” ortadan kaldırmakla sorumlu ilk merci devlettir. Devletin “eğitim”, “sağlık” ve “ çevre” üzerine büyük yatırım yapması gerekmektedir. Ancak dünya üzerindeki devletlerin büyük çoğunluğunun ulusal millî gelirlerindeki payı özel sermayenin payı karşısında yok denecek kadar azdır. Yani ulus devler şu an halklarının ihtiyaç duyduğu alanlarda proje geliştirerek hayata geçirebilecek maddi olanağa yeteri derecede sahip değildirler. Bu gücü elde etmelerinin en önemli yolu “servet vergisi” uygulaması başta olmak üzere adil bir vergi sistemini hayata geçirmeleridir.

Önceleri Türkiye sınıfsız bir toplum olarak tanımlanırken 1980 yılından sonra Türkiye’nin serbest piyasa anlayışına dayalı liberal politikaları tercih etmeye başlaması ile birlikte Türkiye sınıflı toplum olmaya doğru yönelmiş ve günümüzde sınıflı bir toplum haline dönüşmenin tüm parametrelerine sahip hâle gelmiştir. Böyle bir toplumsal zeminde küresel kapitalizmin dayattığı ekonomik sistem dünyada olduğu gibi Türkiye’de de büyük bir “eşitsizliğe” yol açmıştır.

Şu an çalışan işçilerin her on kişisinden altısı açlık sınırının biraz üstünde olan asgari ücret almakta, memurların çoğunluğu yoksulluk sınırının altında maaş almakta, emeklilerin büyük bir kısmı ise açlık sınırının altında bir emekli maaşı almaktadır.

Türkiye’de faaliyet yapan sendikaların ise, bu mevcut “eşitsizlik” sorunuyla mücadele ederken önlerinde iki önemli engel vardır: Birincisi, devlet yönetiminde hükûmet ve muhalefet etme işlevini yerine getiren siyasi partilerle iletişim içine girdiklerinde “edilgen” değil “etken” bir pozisyonda kendilerini konumlandıramamaları. İkincisi ise küresel kapitalizmin organize ettiği endüstri ilişkilerinde, çağın şartlarına göre pozisyon almalarını sağlayacak bir sendikal işlev geliştirememeleridir. Sendikaların bu iki hususta kendilerini gözden geçirerek acilen bir değişim sürecine girmeleri lazımdır.

5-Sarı sendikacılık tabiri vardır, işçinin lehine görünüp işverenin çıkarları doğrultusunda hareket etmeye verilen ad! Memur sendikaları iktidar yanlısı hareket ettiğinde (yüzde iki barajını çoğunluğu elinde tutan sendikaların istediğini biliyoruz) sendikacılık güven kaybına uğramış olmuyor mu? Yeniçağ okuyucularına bunu izah eder misiniz?

Tabii ki sarı sendika anlayışının tüm eylemleri sendikacılığa olan güvene büyük darbe vuruyor. Ancak sarı sendikanın en büyük özelliği hükümetle simbiyotik beslenme içinde olmasıdır. Sarı sendika için emek sahiplerinin ekonomik ve özlük haklarından önce üye sayısıyla orantılı olarak sendikanın kasasına giren para gelir. Sarı sendika güçlü olmak adına hükûmete kayıtsız şartsız biat eder. Çünkü onlar için üyeyi artırmanın yolu buradan geçmektedir. Atamalarda, tayinlerde, görevde yükselmelerde ve idareci belirlemede mülakat sisteminin olduğu dikkate alınırsa sarı sendikanın iktidara yakın olma isteğinin ne anlama geldiği ve çok kabarık üye sayısına nasıl ulaştığı daha iyi anlaşılacaktır. Tabii bir de turuncu sendika var, sarı sendikaya utangaç şekilde eşlik ederek iktidarın nimetlerinden faydalanarak üye devşirmeye çalışan. Doğal olarak gücünü ve meşruiyetini üyesinden almayan bu sarı ve turuncu sendikalar güç aldıkları yapıların işaret ettiği doğrultunun dışına çıkmamakta, izin verildiği kadar hareket edebilmektedirler. Bundan dolayı da memurların her geçen gün ekonomik ve özlük haklarında daralma yaşanmakta dolayısıyla sendikalara olan güven de zedelenmektedir.

Yazarın Diğer Yazıları