Seçim kazandıran dilin hatırlattığı tehlike
Amerikan seçimlerini kimin kazandığından önce, kimin hangi propagandayla kazanmış olması, hem Türkiye, hem de dünya açısından daha önemli... Şüphe yok ki bu kazanma tekniği, Batı'da halk üzerinde hangi politikaların daha fazla karşılık bulduğunu gösteriyor... Bunun özellikle Avrupa'da sağ/muhafazakâr ve ırkçı partileri daha da uca çekeceğini tahmin edebiliriz...
ABD'de Meksika sınırına duvar çekmekten söz eden, göçmen karşıtlığını gizlemeyen, bırakın Müslümanları, Hispaniklerle ilgili bile tuhaf düşüncelerini kampanyanın ana ekseni yapan bir aday, tahminlerin ötesine geçti ve seçimleri kazandı...
Avrupa'da ırkçılık uzun zamandır yükselme eğilimindeydi... Bu ırkçı siyasî hareketlerin temelinde 20. Yüzyıl'ın son çeyreğine kadar 'ırk üstünlüğü/biyolojik köken' anlayışı söz konusuyken, bugün ırkçılığı besleyen faktörler değişmiş durumda... Artık ırkçı siyasî hareketler 'yabancı düşmanlığı', 'İslamofobi' ve 'çok kültürlülüğe isyan' duyguları üzerinde yükseliyor...
***
Fransa'da Ulusal Parti, Danimarka'da Halk Partisi, İngiltere'de UKIP, Hollanda'da Özgürlük Partisi, İsviçre'de Halk Partisi gibi partilerin durdurulamayan yükselişleri, Avusturya'da, Yunanistan'da, Norveç'te, Bulgaristan'da yaşananlar aşırı sağın nasıl tehdit boyutunda ilerlediğini gösteriyordu...
Amerikan seçimleri bu anlamda Avrupa'daki ırkçı-muhafazakâr hareketlerin vites büyütmesine yol açma riski taşıyor... Kazanma ihtimali daha düşük olan bir adayın, kullandığı bu dil sonucunda başkan seçilmesi, daha büyük başarı arayan Avrupa'daki ırkçı hareketler için 'meşrû' ve 'başarısı ispatlanmış' bir model olarak kabul görebilir...
Trump'ın kazanmasıyla prestiji artacak olan bu 'öteleyici' ve 'düşman gören' dil Avrupa'da muhafazakâr ve ırkçı partilere daha fazla özgüven kazandırabileceğinin yanı sıra, onlarla rekabet hâlindeki merkez partileri de kendi diline doğru çekiştirebilecektir...
Yani konu, kimin Orta Doğu'da nasıl bir politika izleyeceğinin çok çok ötesinde önem taşıyor... Milyonlarca Türk'ün yaşadığı Avrupa'da Türkiye'yi yakından ilgilendirecek bir husumet dalgası riski var... Ayrıca Türkiye'nin Batı'ya kaçmak isteyen mültecilerin geçiş noktalarından birini oluşturması da cabası...
Sonuçlardan anlaşılıyor ki, Avrupa'da yükselen 'yabancı düşmanlığı' ABD'de de karşılık bulmuş... Daha toleranslı ve demokratik görünen Amerikan toplumunda bile 'seçim kazandıracak' çapta dip dalganın kendisini göstermesi, seçimin Cumhuriyetçiler veya Demokratlar tarafından alınmış olmasından daha önemli işaretler veriyor...
***
Daha gergin ve muhtemelen gücün egemen olduğu daha adaletsiz bir dünyaya doğru ilerliyoruz... Radikalliğin prim yaptığı, daha önce ancak marjinal gruplarda görülen sapkınlıkların artık geniş kitleleri de kuşatabildiği, merkez anlayışların giderek zayıfladığı bir dünyaya gidiş bu... Dostlukları, düşmanlıkları, müttefiklik kriterlerini derinden sarsacak bir dönüşümden söz edilebilir bundan sonra...
Diğer adı da 'kadim savaş coğrafyası' olması gereken Orta Doğu'da, ateşin kenarında bir devlet olarak biz daha fazla etkileneceğiz bu dönüşümden... Aslolan, ülkeyi yönetenlerin bu tehlikeyi çok iyi öngörebilmesi ve dayanıklılığı artırmak için iç barışı ve kardeşliği tahkim etmesi...
Bu konuda ümitvar olmamız bir mecburiyetken, 'ikili yapı'yı kurtuluş gibi sunarak, toplumsal yarılmaya hizmet eden siyasî atmosfer var... Giderek keskinleşen 'aidiyetler' değişen dünya zemininde çok daha kuvvetli olmamız gerçeğini umursamıyor, kendi 'iç iktidar' duygusunu tatmin etmeyi ve 'içerideki düşman'a karşı başarı kazanmayı kutsuyor...
'En çok birlik ve beraberliğe ihtiyacımız olan bugünlerde' klişesi uzun yıllardır üçüncü sınıf siyasetçilerin dilinde mizahî bir tekerlemeye dönüşmüştü... Gerçekten bugünler o günler... 'Yöneten siyaset'in bunu artık anlaması ve buna göre yönetmesi gerekiyor...